Edirne ciğeri yediniz mi?
10 Mart 2013 01:00
Türkiye İhracatçılar Meclisi'nin misafiri olarak gitmiştim Edirne'ye. Çok güzel bir şehirle karşılaştım. Serhat şehri, nasıl güzel olmasın ki? 1361 yılında fethedilen Edirne, 1463'e kadar, 92 sene Osmanlı'nın başkenti olmuş. Bu süre içerisinde harika eserlerle taçlandırılmış tabii. Mimar Sinan'ın "ustalık eserim" dediği Selimiye Camii başta olmak üzere sayısız eserle bezenmiş Edirne ve çoğu ayakta bu eserlerin. Sultan II. Bayezid Külliyesi de bunlardan biri. Şimdi müze ve Osmanlı'nın o günlerde tıp ilminde ne kadar mahir olduğunu çok güzel anlatıyor. Külliyenin içindeki "Darüşşifa" her türlü hastaya hizmet vermiş zamanında. Hastalar tıbbi ilaçların yanı sıra su sesi, güzel koku ve çeşitli meşgalelerle de tedavi edilmiş.
Selimiye Camii'ni anlatmaya gerek yok zaten. Gerçekten muhteşem. Şehre hangi yoldan girilirse girilsin, Edirne ta uzaktan Selimiye ile karşılıyor geleni. Dört minareli olmasına rağmen, iki minaresini görürsünüz. Ki, o da ayrı bir tasarım harikası. Selimiye Camii'nin etrafı yine cami ve bedesten ve arastalarla çevrili. Hâlâ da öyle. Buram buram tarih kokuyor. Saraylar yıkılmış maalesef ama öyle kalmamış; onlar da restore ediliyor.
Bedestenleri gezmeye doyamadım. O kadar güzel şeyler satılıyor ki, anlatamam. Edirne sabun ve bebeği mesela; birer sanat eseri her birisi. Hakeza aynalı süpürge; o da Edirne'ye has. Edirne sabunu o dönemin sarayların süsü ve aynı zamanda kokusuymuş. Çeşitli meyveleri sembolize eden bu sabunlar, meyve esansı ile takviye edilmiş ve çok hoş kokuyor. 1341'de çıkarılan bir kanunla standartları da tespit edilmiş ve ona göre üretilmiş bu sabun. Şimdi de öyle; standart hiç bozulmamış.
Aynalı süpürgenin hikâyesi çok enteresan. Onu da anlatayım size. Eskiden kaynana gelin birlikte otururdu malum. Edirneli gelin uyanık. Süpürgenin alnına koyduğu ayna sayesinde keyif yaparmış. Süpürgeyi duvara kaynanasını görecek şekilde yaslar ve onun geldiğini görünce, kalkıp süpürmeye başlarmış.
Edirne'nin yeme-içme kültürü de muhteşem. Tava ciğerinin tadına doyum olmuyor. Nasıl yapıyorlarsa? Kıtır kıtır ve çok lezzetli. Köftesi de öyle. Osmanlı köfte diyorlar. Badem ezmesi ve Kavala kurabiyesi de çok meşhur. Hele bir helvası var ki, padişah sofralarının baş tacı olmuş. 41 çeşit baharattan imal ediliyor bu helva. Ayrıca yumurta akı, şeker ve bal da var içinde. Bir diğer özelliği de karışımında misk bulunması. Deva-i misk diyorlar adına. Ki, Fatih Sultan Mehmet bizzat koymuş bu adı. Her derde deva.
Bir de Karaağacı var Edirne'nin. Mesire yeri. Edirneli fırsat buldukça oraya gidiyor. Kahvaltı evleri, restoranlar, kafeler var ve Meriç manzaralı hepsi de. Adını karaağaç ormanından alıyor. Gölgesi çok hoş bu ağaçların. İstanbul'un Belgrat Ormanı gibi.
Edirne tarih ve kültür şehri olmasının yanı sıra spor şehri de. Kırkpınar güreşleri bu ilimizde yapılıyor. Eh bir şehir bu kadar güzelliğe sahip olur da turizm olmaz mı? Edirne turizm merkezi olma yolunda hızla ilerliyor.
Yunanistan ve Bulgaristan'dan da çok sayıda turist geliyor Edirne'ye. Mazot ve et hariç diğer her şey bu ülkelerden daha ucuz Edirne'de. Dolayısıyla gelip arabalarını doldurup gidiyorlar. Size de tavsiye ederim, gidip görün Edirne'yi. İstanbul'a iki saat mesafede. O lezzetli ciğer için değer.