Geçenlerde bir okuyucumuzla sohbet ederken dedi ki: "Kendisine güvenip dinî sualler sorduğumuz bazı kimseler 'bilmiyorum' diyorlar. Bu doğru bir hareket midir? Çünkü cevap alamazsak o âlim bildiğimiz kimseye karşı güvenimiz sarsılıyor..."
Efendim, bu konuda Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Her sorulana cevap veren, her gördüğünden mânâ çıkaran ve her yerde bilgi satan, cahilliğini ortaya koyar. "Bilmiyorum, öğrenip de söylerim" diyen kimsenin, gerçek âlim olduğu anlaşılır. Kendine sual sorulan kimse bilmiyorsa, "Bilmiyorum, kitaplara bakayım, bulursam söylerim" demelidir. (Berika)
Bir zata, "İşittiğimize göre, siz âlimmişsiniz" derler. O zat şaşırır, "Hiç öyle bir iddiada bulunmadım" der. Bunun üzerine, "Bir şey sorulunca bazen 'bilmiyorum' diyormuşsunuz. Cahil olan, bilmese de, söyler. Ancak âlim olan, bilmiyorsa 'bilmiyorum' der. Bu sizin âlim olduğunuzu gösterir" derler.
SUSMANIN MÜKAFATI...
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Üzeyr'in ve Zülkarneyn'in Peygamber olup olmadığını bilmiyorum. Cebrail aleyhisselam gelinceye kadar, oturulacak yerlerin en iyisi ve en kötüsünün ne olduğunu soranlara, "bilmiyorum" dedim. Cebrail de "bilmiyorum" dedi. Nihayet Allahü teâlâ bildirdi ki, oturulacak yerlerin en iyisi camiler, en kötüsü de sokaklardır.) [Ebu Davud]
İmam-ı Şabi buyurdu ki: "Bilmiyorum demek ilmin yarısıdır. Allah rızası için, bilmediği bir hususta susanın aldığı mükâfat, bildiği hususta konuşanın aldığı mükâfattan az değildir, çünkü cehaleti kabul etmek, nefse çok ağır gelir."
İbrahim Edhem hazretleri de şöyle buyurdu: "Şeytanı en çok kahreden şey, âlimin 'bilmiyorum' demesidir. Şeytan, 'Bunun susması, benim için, konuşmasından daha zararlı' der."
İmam-ı Zehebi, İmam-ı Malik'i şöyle anlatır: "Uzun bir ömür, yüksek bir mertebe, parlak bir zihin, çok geniş bir ilim, keskin anlayış, sahih rivayet, diyanet, adalet sahibi, sünnet-i seniyyeye tâbi, fıkıhta, fetvada kaidelerin sıhhatinde önde gelen bir zat idi. Fetva vermede aceleciliği sevmez, çok kere 'bilmiyorum' derdi. İlmin kalkanı 'bilmiyorum' demektir, buyururdu." (Tabakat-ül Huffaz)
İmam-ı Ebu Yusuf hazretleri, bir suale "bilmiyorum" deyince, "Hem beyt-ül-maldan (hazineden) maaş alıyorsun, hem de cevap vermiyorsun" dediler. Onlara şu cevabı verdi: "Beyt-ül-maldan, bildiklerim kadar ücret alıyorum. Bilmediklerim için alsaydım, beyt-ül-malın hazineleri bana yetmezdi!"
***
Şu da var ki; bilenler, elbette dinini öğrenmek için sual soranlara, cevap vermeye çalışacak. Çünkü böyle suallere cevap vermemenin vebali büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Sual sorulan kimse, bildiği halde cevap vermezse, kıyamet gününde ağzına ateşten bir gem vurulur.) [Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace]
(Âlimin bildiğini söylememesi, cahilin de bilmediğini sormaması helal değildir. Çünkü Allahü teâlâ, "Bilmiyorsanız, ilim ehline sorun" buyuruyor.) [Taberani]
Eshab-ı kiramın büyüklerinden Hazret-i Cabir anlatır:
Yolculukta, arkadaşlarımdan birinin başı yaralandı. Oradakilere sordu:
- Muska yapmak caiz olur mu?
Oradakiler dedi ki:
- Caiz olmaz, başını yıka!
O da başını yıkayınca öldü. Medine'ye gelince, Resulullah efendimize haber verdik. Buyurdu ki:
"Allahü teâlâ, onun ölümüne sebep olanları öldürsün! Bilmediklerini niçin sorup öğrenmediler? Cehlin ilacı, sorup öğrenmektir!" [Mişkat]
Üç nasihat!..
Ebû Zeyd anlatır:
Şa'bî'ye "rahmetullahi aleyh" bir şey sordum. Bunun üzerine bana kızdı ve onu söylemeyeceğine yemin etti.
O zaman gidip, kapısının önüne oturdum. Bana dedi ki:
-"Ey Ebû Zeyd! Ben, sorunun cevâbını söylemeyeceğime yemin ettim. Fakat, sana üç şey söyleyeceğim, iyi dinle! Bunları da aklından çıkarma!
Birincisi, Allahü teâlânın yarattığı bir şey hakkında, 'bunu niçin yarattı, bundaki murâd ve hikmet nedir' deme!
İkincisi, bilmediğin bir şey için, 'ben onu biliyorum' deme!
Üçüncüsü, dînî meselelerde kendi aklına göre, mukâyese yapma! Bakarsın, bir helâli harâm, harâmı da helâl yapabilirsin. Neticede, ayağın sürçüp, tökezler, mahvolup gidersin..."