Bir danışıklı dövüşün anatomoisi: İran-İsrail/ABD rekabeti

- Güncelleme:
Bir danışıklı dövüşün anatomoisi: İran-İsrail/ABD rekabeti
Dünya Haberleri

Suriye İç Savaşı vesilesiyle en az İsrail kadar Müslüman kanı dökmüş bir ülke olan İran ve sığınak delici bombayla Nasrallah’ı öldüren İsrail, birbirlerine düzenledikleri saldırılarda yıkıcı etki oluşturamıyor.

DR. DOĞACAN BAŞARAN'IN ANALİZİ—25 Ekim’i 26 Ekim’e bağlayan gece İsrail’in İran’a düzenlediği misilleme saldırısı bir kez daha Tahran-Tel Aviv hattındaki rekabeti uluslararası toplumun gündemine taşıdı. İsrail’in 3 saat süren misillemesinde yalnızca 4 İran askerinin öldüğü açıklandı. İran’ın İsrail’e Hasan Nasrallah’ın öldürülmesi nedeniyle düzenlediği saldırıda ise Tahran yönetimi tarafından 200 balistik füzenin ateşlendiği açıklanmış; ancak yalnızca işgal altındaki Batı Şeria’ya düşen bir füze nedeniyle tek bir kişi ölmüş ve o da Filistinli bir Müslüman çıkmıştı.

Her boyutuyla danışıklı dövüş olduğunu gözler önüne seren bu tiyatro, İran ile İsrail arasında devam ediyor. İran, İsrail’i haritadan sileceğini iddia ederken; İsrailli yetkililer de İran’ı bir terör rejimi olarak tanımlıyor ve Tahran’da rejim değişikliği yaşanması ihtiyacına dikkat çekiyor.

Elbette Tahran ve Tel Aviv’den yükselen ve birbirini hedef alan açıklamaları içeren bu sesler yeni değil. Nitekim 1979 yılında gerçekleşen İslam Devrimi’nden beri iki ülke birbirleriyle “mücadele” halinde. Bu mücadelenin ne kadar gerçek olduğu ise soru işareti. Tıpkı Ortadoğu’daki varlığını İsrail’in güvenliğinin sağlanması argümanına dayandıran ABD’nin İran’a karşı yürüttüğü mücadelede olduğu gibi. Nasıl mı? Gelin Kasım 1986’ya gidelim.


IRANGATE SKANDALI

İran’da İslam Devrimi’ni gerçekleştiren kadrolar iktidarlarını “büyük şeytan” olarak tanımladıkları ABD ve “küçük şeytan” şeklinde nitelendirdikleri İsrail ile mücadele argümanına dayandırıyor. Bu dış tehdit algısı, 1979 yılından itibaren İran rejiminin ülke içerisindeki kitleleri mobilize etmek için kullandığı etkin bir söylem. Fakat 1980 ile 1988 yılları arasında yaşanan İran-Irak Savaşı, bu söylemin retorikten ibaret olduğunu ortaya çıkardı.

İran-kontra skandalı olarak da bilinen Irangate olayı, Ronald Reagan döneminde Washington yönetiminin İran’a silah satışı gerçekleştirdiğini ortaya çıkarmıştı. Reagan, Lübnan merkezli Ash-Shiraa dergisinin günyüzüne çıkardığı bu gerçeği ilk aşamada reddetse de kısa süre içerisinde doğrulamak zorunda kalmıştı. Yani iki ülke arasında “dostlar alışverişte görsün” mantığı işliyordu.


İRAN İLE ABD-İSRAİL İKİLİSİ ARASINDA BİR GİZLİ ANLAŞMA MI VAR? 

Irangate skandalının verdiği ders, Ortadoğu jeopolitiğinde ABD-İsrail-İran üçgeninde gelişen hadiselere şüpheyle bakılması zaruriyetini ortaya koyuyor. Zira son yıllarda bölgede yaşanan krizlere bakıldığında da tüm jeopolitik gerilimlerden kazançla çıkan üç devletten bahsetmek mümkün. Kuşkusuz bu devletler; İran, İsrail ve ABD.

Bir danışıklı dövüşün anatomoisi: İran-İsrail/ABD rekabeti - 1. Resim

Bu iddialı söylemin altını doldurmakta yarar var. Örneği çok da uzakta aramaya gerek yok. Arap Baharı sürecine bakmak ufuk açıcı olabilir. Bilindiği üzere Arap Baharı, Mısır, Tunus, Suriye, Yemen vb. ülkelerde uzun yıllar süren diktatörlüklere isyan eden Arap halklarının demokratikleşme arzusuyla ortaya çıkan toplumsal hareketlere verilen isim. Ancak süreç, bilhassa Suriye ve Yemen’de “Arap Kışı” halini aldı. Milyonlarca insanın göç etmek zorunda kaldığı ve yüzbinlerin öldüğü iç savaşlar, İran’a Şii yayılmacılığı konusunda milis güçler üzerinden jeopolitik avantaj elde etme imkanını sağladı.

Halihazırda İran’ın Şii milis gruplar aracılığıyla Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen gibi ülkelerde önemli bir nüfuza ulaştığı aşikar. Bu da Körfez’deki Arap ülkeleri açısından “İran tehdidinin” büyümesi demek. Yani İran, Ortadoğu’daki nüfuzunu artırırken bilhassa Şii-Sünni rekabeti sebebiyle İran’a mesafeyle yaklaşan devletler de yeni bir yol arayışına giriyor. Peki; Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi Arap devletleri İran yayılmacılığı karşısında hangi yolu seçti?

Söz konusu devletlerin İran’dan algıladıkları tehdide paralel olarak güvenliklerini ABD’ye emanet etme konusundaki kararlılıklarını artırdıkları aklınıza gelmiştir. Bu da ABD’nin Ortadoğu ülkelerine daha fazla silah satışı gerçekleştirmesi ve haliyle büyük gelirler elde etmesi demek. Üstelik mesele bununla da sınırlı değil. Hadi İbrahim Antlaşmaları’nı hatırlayalım.

En basit ifadeyle İbrahim Antlaşmaları, Donald Trump döneminde ABD’nin arabuluculuğunda Körfez’deki Arap ülkelerinin İsrail’i tanımaları ve Tel Aviv ile ilişkilerini normalleştirmelerini içeren süreç. Bu sürecin İsrail’in işgallerini meşru bir zemine taşımasına hizmet ettiği aşikar. Hatta bugün Gazze’deki soykırım karşısında Arap Dünyası’nın sessizliği ve buna bağlı olarak Netanyahu yönetiminin katliamlarını sürdürme kararlılığı ortaya koyması da bu süreçten bağımsız değil. Elbette İran tehdidi, ABD’nin de bölgede varlığını sürdürmesini sağlıyor. Yani jeopolitik olarak ABD, İsrail ve İran dışında tüm aktörlerin bir güç merkezine bağımlı hale geldiği bir süreç işliyor. Dolayısıyla ABD-İsrail ikilisi ile İran arasında bir gizli anlaşma olup olmadığı bilinmese bile taraflar arasındaki münasebetlerde bir kazan-kazan ilişkisinden bahsetmek mümkün. Bu aşamada Trump’ın Kasım Süleymani suikastı sonrası yaşanan gelişmelere dair anlattıklarını hatırlatmak faydalı olacak.


SÜLEYMANİ SUİKASTINDAN SONRA NE OLMUŞTU? 

ABD, İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Gücü’nün efsanevi komutanı Kasım Süleymani’yi 3 Ocak 2020’de Bağdat Havalimanı’nda düzenlediği saldırıyla öldürmüştü. Süleymani, bilhassa Arap Baharı sonrasında büyük bir mit haline gelmiş ve önemli bir şöhrete kavuşmuştu. Hatta DMO, İran’ın paralel devleti olarak görülmeye başlanmış, Lübnan, Irak ve Suriye gibi ülkelere Dışişleri Bakanlığı yerine doğrudan Büyükelçi atama yetkisine kavuşmuştu. Muhtemelen Süleymani’nin öldürülmesi, Tahran yönetiminin de olumsuz karşılamayacağı bir seçenek haline gelmiş ve rejim içi hesaplaşma, ABD’ye istihbarat sızdırılmasını sağlamıştı. Bunu kanıtlamak mümkün değil. Ancak Süleymani’nin ölümünden sonra yaşananlarla ilgili Trump’ın açıklamalarını hatırlamak gerekiyor.

Kudüs Gücü’nün efsanevi komutanı Kasım Süleymani
Kudüs Gücü’nün efsanevi komutanı Kasım Süleymani

Süleymani suikastı sonrasında İran, ABD’nin Irak’taki üslerine saldırılar düzenlemiş ve bu saldırılarda tek bir Amerikan askeri ölmezken ölen Iraklılar olmuştu. Ayrıca misilleme adı altında İran, yanlışlıkla Ukraynalıların bulunduğu bir yolcu uçağını da düşürmüştü. Amerikan üssünün vurulması hadisesini Trump, 2 Kasım 2023 tarihindeki mitinginde şu şekilde anlattı:

“İranlılar bizi aradılar ve 'Dinleyin, başka seçeneğimiz yok' dediler. Sizi vurmalıyız. Çünkü bizim kendimize saygımız var. Ve onları anladım. Bu daha önce hiç anlatmadığım bir hikaye. İran bir İHA'mızı düşürdüğünde İHA 14 yaşındaydı. Pek değerli değildi. Yakınlarda 39 mühendis ve pilotun bulunduğu büyük bir motorlu uçak vardı. Generallere sordum, 'arkasındaki uçağı mı düşürdüler?' "Hayır efendim, yapmadılar" dediler. Bu ilginç dedim.”


Bir danışıklı dövüşün anatomoisi: İran-İsrail/ABD rekabeti - 3. Resim

İRAN İLE İSRAİL'İN KARŞILIKLI MİSİLLEMELERİ TRUMP'IN ANLATTIKLARINI HATIRLATMIYOR MU? 

İsrail, 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze Şeridi’nde yaklaşık 43 bin sivili katletti. Lübnan’a düzenlediği saldırılarda sığınak delici bombalar kullanarak yeraltındaki sığınağında olan Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı öldürdü. Ancak İran’a düzenlediği saldırılarda ne hikmetse hava sistemlerini aşamadı ve yalnızca 4 kişi öldü.

İran açısından da durum farklı değil. Suriye İç Savaşı vesilesiyle en az İsrail kadar Müslüman kanı dökmüş bir ülke olan İran, İsrail’e düzenlediği saldırılarda kayda değer bir etki oluşturmuyordu. Karşılıklı saldırılar tıpkı İran’ın ABD üssünü vurduğu ve Amerikan drone’unu düşürdüğü dönemdeki gibi.

Sonuç olarak Gazze ve Lübnan’daki çatışmalar devam ederken, İran ileİsrailarasındaki tiyatro da sürüyor. Taraflar “dostlar alışverişte görsün” mantığıyla birbirini zor durumda bırakmayacak saldırılar üzerinden kendi prestijlerini artırma çabasında.


 

300
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
ssda28 Ekim 2024 15:40

ha şunu bileydiniz ,..ortak düşmanları türkiyedir ,sünni islamdır türkiyeyi batağa çekmek istiyorlar bu şeytanlar

Uğur27 Ekim 2024 23:22

Harika bir analiz.

Sonraki Haber Yükleniyor...