55 yılda zor zamanlar böyle geçti! Dr. İsmail Kapan: Enver Ören Ağabey toplantılarda kültür hazinelerinin kapılarını açardı

55. yılını kutlayan Türkiye gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Dr. İsmail Kapan, 1975 yılında yayınlanan ilk yazısından itibaren yaşadıklarını paylaştı. Gazeteyi yayınlandığı ilk günden itibaren okuduğunu söyleyen Kapan, Türkiye'nin yakın tarihindeki zor dönemleri anlattı. 12 Eylül'den 28 Şubat'a, kriz dönemlerinden tiraj rekorlarına ulaşılan dönemlerde Dr. Enver Ören'in verdiği mücadeleye ve prensiplerine dikkat çekti.
ALİ TÜFEKÇİ - Türkiye gazetesi 55. yılını kutlarken, ilk sayısından bugüne gazetenin hem okuyucusu hem yazarı olan Genel Yayın Yönetmeni Dr. İsmail Kapan yarım asrı geçen yayın hayatı hakkında bilgiler verdi.
Derse gelen kimya hocası sayesinde gazeteyi tanıdığını söyleyen Kapan sokaklarda satarak bu mesleğe başladığını söyledi.
"Gazetenin ilk nüshası tesadüfen o gün kimya hocamız tarafından sınıfa getirildi. 22 Nisan 1970. Ben o zaman 14 yaşındayım. O günden beri tanışıyoruz" diyen Kapan 55 yıllık geçmiş hakkında bilgiler verdi.
"VAPURLARDA EPEYCE HATIRAMIZ VAR"
70'li yıllara giden Dr. İsmail Kapan "yazıyoor" diye bağırdığı dönemler hakkında şunları söylüyor:
"Türkiye Gazetesi önceleri 'akşam gazetesi olarak yayınlandığı için akşam gazetesi ne demek diye anlatmak lazım.
O günün şartlarında öğleden sonra çıkardı bu gazete. O günün gazetesiydi. Şimdi gazeteler bir akşam öncesinde çıkıyor. Ertesi günün gazetesi olarak yayınlanıyor.
Tabii baskı adetleri çoğalabiliyor, değişebiliyor. Yani ilk baskı, sonraki baskı, en geç baskı, yıldırım baskı...
Türkiye gazetesi de öğleden sonra çıkıyordu ve o günün şartlarında vapur iskelelerinde, tren istasyonlarında, otogarlarda ve başka kalabalıkların büyük olduğu yerlerde satılıyordu.
Ben o yaşlarda bazı yıllar Türkiye gazetesini sattım. Yani vapurlarda, otogarda epeyce hatıramız var.
Tabii o gün her şey 'yazıyoor'du zaten. Bütün satıcılar hareketli, ayaklı satıcılar hep aynı sloganı kullanıyor. Askerlikle ilgili haberler çok popülerdi. İşte 'askerlik kısalıyoor' filan. O zaman tabii askerlik bugünkü gibi değil. 2 seneden fazlaydı.
Türkiye Gazetesi'ni satarak da onunla arkadaşlık etmiş oldum. Amatörce ilk yazım Ekim 1975 tarihliydi. Neredeyse 50 yıl olmak üzere."
"ESHABI KİRAMA DİL UZATILMIŞTI"
İlk yazısının eshâb-ı kirama dair olduğunu söyleyen Kapan meslek hayatına başladığı günleri şöyle anlatıyor:
"Bir yazar şimdi ismini vermeyeyim vefat ettiği için. Bir yazı yazmıştı başka bir gazetede ve orada eshâb-ı kiramın şanı ile, şerefi ile, büyüklüğü ile yakışmayan ifadeleri vardı. O beni çok rahatsız etmişti. İşte ona bir cevap mahiyetinde ben oturup bir yazı yazdım.
O yazıyı bir vesileyle merhum Enver Ören Bey'e getirdik. Bir ağabeyimizle birlikte, -o da şimdi rahmetli oldu- kendisine arz ettik.
Okudu, çok beğendi. 'Biz bunu yayınlayabilir miyiz?' dedi. 'Tabii efendim. Takdir sizin' dedim. O yazı o şekilde ilk yazım olarak yayınlanmış oldu.
4 Ekim 1975... O tarihi unutmuyorum tabii. 3 sene sonra yine merhum Enver Ören Ağabeyimizin takdirleri ve tavsiyeleriyle köşe yazarı olarak profesyonel statüde gazeteciliğe başlamış oldum."
"ALBAYLARDAN BAŞLAYAN YASAK TALİMATI ASTSUBAY BAŞÇAVUŞLARA KADAR İNDİ"
70'li yıllarda oluşan terör ve anarşi ortamında gazetecilik yapmaya çalıştıklarını söyleyen Kapan, o dönemi şöyle anlattı:
"O zaman tabii üniversitede de talebeydim aynı zamanda. Sabah evden çıkan insanların bazen akşama tek parça olarak eve döner miyim gibi endişelere kapıldığı, şehirlerde, metropollerde maalesef kurtarılmış bölgelerin olduğu, mahalleler bazında bölünmelerin olduğu ve her gün karşılıklı olarak işte anarşi hadiselerinin meydana geldiği, insanların öldüğü bir dönemdi.
Tam da en ateşli zamanlarında diyelim üniversite hayatımız devam ediyordu.
1979 yılında sanıyorum 7 Mart veya 6 Mart İstanbul Üniversitesi merkez binası önündeki meydanda bir bomba patladı. 7 kişi öldü, 70 kişi yaralandı ve onun üzerine üniversite 4,5 ay kapalı kaldı. Böyle çok maalesef menfi olaylar cereyan etti.
Darbeden yaklaşık bir sene önce işte bu Kahramanmaraş olayları filan cereyan ettiği vakit yurt satında sıkı yönetim ilan edildi. Sıkı yönetim demek tabii her şeyde kısıtlama demek. Her haberi veremiyorsunuz.
Sonra bu ihtilalle birlikte de aşağı yukarı bölgeler azaltılarak 3-4 sene kadar devam ettirildi. Yani belli illerde sıkı yönetim kaldırıldı darbeden sonra ama belli yerlerde devam etti. Şimdi bu sıkı yönetim hükümleri altında mesela şöyle bir şey vardı.
Her gün birkaç tane habere yasak gelirdi. Telefon gelir size 'Ben Albay bilmem kim işte sıkı yönetim merkezinden arıyorum. Filan filan haberler girmeyecek' diye böyle talimat verirdi. Onu yayınlarsanız ertesi günü gazete kapanır.
Zamanla o kadar çok yasaklama geldi ve o kadar çok alıştık ki artık albaylardan başlayan talimat statüsü astsubay başçavuşlara kadar indi."
"12 EYLÜL GÜNÜ BIÇAK GİBİ KESİLDİ"
"Yani kimi sağdan kimi soldan işte ortadan manşet atanlar çok fazla yoktu. Mecburen bir taraf olmak durumundaydı. Yani o yıllar çok sıkıntılı yıllardı ve maalesef 12 Eylül darbesiyle son buldu.
Çok tuhaftır. 12 Eylül gününe kadar kurtarılmış mahallelerin, hüküm sürdüğü bir dönemde ihtilalden sonra o talebelerin bir araya gelip voleybol maçı yaptıklarına bile şahitlik ettik. Bir tuhaf zamandı.
Dönemin başbakanı Süleyman Demirel daha sonraki yıllarda bunu uzun uzun soruşturdu. Yani 11 Eylül günü durmayan kan, 12 Eylül günü nasıl olduğu da birdenbire bıçak gibi kesildi?
Bunun cevabı hiçbir zaman verilmedi. Belki de verilmeyecek... Cevabı ortada aslında bakıldığı zaman. Kimlerin Türkiye'ye, bu halka, bu millete ne gibi tuzaklar hazırladığı artık biliniyor."
28 ŞUBAT POSTMODERN DARBE GÜNLERİNDE GELEN TELEFONLAR
28 Şubat günlerinde de gazetedeki haberlere müdahale etmek isteyenlerin olduğunu söyleyen İsmail Kapan bir hatırasını şöyle paylaşıyor:
Kurulu düzene karşı gelmek fitne çıkarmak manasındadır malum ve bizim inancımıza da ters olan bir şeydir. Yani Müslüman önce Allah'a karşı dikkatli olur kulluk vazifesinde, günah işlemez. Bir de yaşadığı ülkenin kanunlarına uyar, suç işlemez. İyi bir vatandaş olur. Dolayısıyla kendi ülkesine zarar olmaz, yararı olur. Ama inatlaşırsa ne olur?
Mesela sıkı yönetim şartlarında o günün gerçekleri haberi verdiğiniz zaman ertesi gün gazeteniz muhakkak kapanıyor.
Ya 3 gün, ya 1 hafta, ya 1 ay veya süresiz yani o şekilde kapatılan gazeteler oldu. Çünkü adı üstünde sıkıyönetim. O zaman örfi idare deniyordu daha çok günlük kullanım dilinde.
Şimdi bu örfi idare ile tanışmayan, birebir onunla yaşamayan gıyabında istediği şeyleri söyleyebilir. Onu, o zamanları yaşamak başka bir tecrübe. 28 Şubat'ta fiili bir yönetim yoktu.
Ama postmodern darbe diyerek yani vesayet odaklarının hakikaten böyle memleketin üzerine karabasan gibi çöktüğü bir dönem.
Bir taraftan askeri vesayet, bir taraftan yargı vesayeti, bir taraftan o günün azınlık, yani mutlu azınlık, sermayeye de hükmeden vesayet odakları, bazı sivil toplum kuruluşları ama devletin güdümünde, himayesinde olan sivil toplum kuruluşları yani tırnak içinde sivil toplum kuruluşu ama ideolojisi ve tatbikatıyla birlikte işte sivillik filan değildi. Başka bir şeydi o. 28 Şubat dönemi de hakikaten medya için bir karanlık devir olmuştur.
20 Mayıs günü 19 Mayıs haberi ile ilgili bir yaşanan olayı örnek vermek istiyorum.
Ben o zaman da Türkiye gazetesinin genel yayın yönetmeniydim. Harp akademilerinden bir albay aradı. "Buyurun, bağlayın." dedim bağladılar. "Buyurun, Albayım."
'Ben' dedi, 'Harp Akademileri Basın Hakla İlişkiler Müdürü Albay bilmem kim.' 'Buyurun', 'Ya dedi, bu haberin değeri. Bu kadar mı?" dedi filan. Giriş aynen böyle bir cümle.
Dediği haber de 19 Mayıs haberi. Biz 'ona göre küçük' kullanmışız 1. sayfada. Fazla büyütmemişiz. Hiç tereddüt etmeden şunu söyledim: "Albayım, ben 22 yıllık gazeteciyim. Siz bana mesleğimi öğretmeye kalkıyorsunuz. Ben size askerlik konusunda talimname şöyle olacak diyebilir miyim?" dedim.
'Ya öyle değil işte bu okuyucu görüşü falan' Biraz aramızda elektrikli bir muhavere oldu. Neticede o kendi dediklerini söyledi. Ben söyledim. Kapattı telefonu.
Yani bir haberin gazetede ne kadar büyük veya küçük olarak kullanılma noktasına kadar müdahale etmeye çalışıyor. Tabii gerekli cevabı verdik o gün. Böyle olaylar çok yaşandı 28 Şubat'ta."
"TOPLANTILARDA ÜLKENİN MİLLİ VE MANEVİ DEĞERLERİ İLE İLGİLİ KONUŞURDU"
Gazeteciliğe dair zor zamanları Enver Ören'in prensipleri ve ölçüleri sayesinde atlattıklarını söyleyen İsmail Kapan, yıllarca süren sayfa toplantılarını da anlatıyor.
"Türkiye gazetesi dediğim gibi bir gazete değil bir okuldur bir kültür hazinesidir.
Bugün aynı şekilde yayınları devam ediyor. Kitap, dergi, gazete, görsel yayınlar, sosyal medya... Yani iletişimin her alanında Türkiye gazetesi iddialı olarak yine bu rekabette yerini almış durumda devam ediyor.
47 sene içerisinde yaşamadığımız şey kalmadı desek yalan olmaz. Fakat hangi hatıra en çok sizi etkiledi derseniz onun seçimini yapmak o kadar kolay değil.
Biz tabii rahmetli Enver Ören ağabey ile 20 küsur sene her gün sayfa toplantıları yaptık. Her gün en az bir toplantı, çoğu zaman iki toplantı sabahtan ve öğleden sonra.
Buralarda manşetleri %90-95 Enver Ağabey kendileri atardı. Ama Enver Ağabeyin oradaki bizde bıraktığı iz şuydu: Bütün toplantılarda da sohbetlerinde ülkenin milli ve manevi değerleri ile ilgili konuşurdu.
İnsan hayatı ile ilgili yani dünyevi ve uhrevi konulara çok girer ve günlük siyasetin dışında insan için esas gerekli olan o kültür hazinesinin kapılarını açardı.
Bir patron şöyle olabilir mi? Mesela bize diyordu ki: "İşe adam alma yetkiniz var ama adam atma yetkiniz yok."
Şimdi hangi patron bu bu şeyi bu cesareti gösterdi? İşte Enver Ağabey buydu.
Hakikaten hep insanın mutluluğu için, saadeti için çırpınan bir insandı. Başkalarına yardım için çırpınan bir insandı.
Gazetenin yayın hayatında ve bütün ticari menfaatlerinde her zaman gösterdiği hassasiyet şuydu: Ülkenin milli menfaatleri her zaman bizim menfaatlerimizin önünde ve üstündedir.
Mihenk taşı buydu. Bunu da her patron biliyorsunuz yani yapmaz, yapamaz.
Ama Enver Ağabey bunları yaptı ve hayatı boyunca örnek oldu. Bunu söylemezsek hakkını teslim etmiş olmayız.
İşte bu ölçüler başka patronların belki de haberdar olmadığı ya da haberdar olsa bile hayata geçirme noktasında pek de bir hassasiyet göstermediği şeyler... Ama bütün bunlar Enver Ağabeyin nevi şahsına münhasır özellikleriydi.
55. yıl, hepimize hayırlı uğurlu olsun. İnşallah nice 55 yıllara diyelim."