55 yılın unutulmayan hatıraları! Resul İzmirli: Benim böbreklerim çürüdü, biraz da senin böbreklerin çürüsün!

Türkiye gazetesi 55 yıllık yayın hayatını kutluyor. Gazetede çeşitli görevler alan ve 1993 yılında TGRT'nin kurucu müdürü olarak yıllarca yöneticilik yapan Prof. Dr. Resul İzmirli hatıralarını ilk defa paylaştı. İhlas Holding'in bütün girişimlerine liderlik eden Dr. Enver Ören ile yıllarca birlikte çalışan İzmirli, İstanbul'a geliş hikayesini ve şirket kültürünün hangi prensiplerle tesis edildiğini 'Hayatımın dönüm noktası' diyerek Türkiye okurlarına anlattı.
ALİ TÜFEKÇİ - Yarım asırlık geçmişiyle basın tarihine altın harflerle adını yazdıran Türkiye gazetesi 55 yılı geride bıraktı.
Kuruluşundan itibaren Dr. Enver Ören liderliğinde sürdürülen gazetenin yayın hayatı pek çok ilke de imza atarak devam etti.
Bunların başında 1993 tarihinde yayın hayatına başlayan "Türkiye Gazetesi Radyo ve Televizyonu" (TGRT) geliyordu.
Türkiye'nin ilk özel kanallarından biri olan TGRT'nin kuruluşunda yönetim ve iş dünyası üzerine çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Resul İzmirli bulunuyordu.
Yeni Yüzyıl Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesinde akademik görevine devam eden İzmirli, 1993 yılından önce Enver Ören ile yaşadığı İstanbul'a geliş hatıralarını ilk defa anlattı.
Enver Beyin liderlik becerilerine dikkat çeken İzmirli, onun yönetim metotlarının bugün üniversitelerde iletişim uzmanları tarafından ders olarak okutulduğunu söylüyor.
İşte Prof. Dr. Resul İzmirli'den çok özel hatıralar...
"HER MEKTUBA CEVAP VERİRLERDİ"
1946 doğumlu olan ve 70'li yıllarda Almanya Giessen-Justus-Liebig Üniversitesinde doktora yapan İzmirli, gazeteyle ilk olarak Almanya'da tanışıyor ve Enver Ören ile mektuplaşıyor.
O yılları şöyle anlatıyor:
"1973 yılında, o zaman postayla geliyordu gazete. Sarıyorlardı böyle arkadaşlar üstüne adres postayla geliyordu. 3-5 tane geliyor birikiyordu. Bazen okuyorduk, okuyamıyorduk. Vaktimiz oluyordu, olmuyordu. O zaman üniversitede asistandım ben.
Ondan sonra ama tadını aldıktan sonra tabii bugüne kadar bırakmadık gazeteyi.
Diyeceksiniz ki okunmaya değer buluyor musunuz gazeteyi? Gerçekten buluyorum. Çünkü gerçekten huzur veren bir gazetedir.
Diğer yayın organlarında tabii herkes görevini yapıyor da. Hani Türkiye gazetesi eline aldığın zaman bir böyle bir gerginlik olmuyor yani. Haberleri de bir miktar yine böyle ölçülüdür. Çünkü ben orada da genel yayın müdürlüğü de yaptım. Havayı da bilirim.
Hani genel yayın müdürü bütün havasıyla filan oturur başköşede. Efendim şey derler der 'Hadi bugün ne yapalım?' Gazete olarak başından itibaren bugün de öyle hiç kimsenin şahsıyla, kişiliğiyle uğraşmayız.
Genel itibarıyla bizim gazetemiz kişiliklerle oynamaz. Davasının peşinde koşar, o ayrı mesele. Ondan taviz vermez, ayrı mesele. Ama habercilik konusunda kimseyi ne derler? İrrite etmeyiz yani. Siyasi görüşü ne olursa olsun kimsenin şahsıyla bir derdimiz olmaz.
Ama yazarlar... Onlar kendi dünyalarının adamları. Onlara pek fazla müdahale edilmez. Zaten Enver Bey de etmezdi. Bir miktar (kurumla ilgiliyse) ederdi. Evet, gazeteyle 1973'de tanıştık.
Almanya'da doktoramı yaptım, 1974-77. Bu arada epey bir mektuplaşmamız oldu. Her mektuba da cevap verirlerdi.
Gerçekten kendi elyazıları, kısa da olsa yazarlardı. O zaman şimdiki gibi bastım düğmeye konuştum yok tabii. Telefon bile çok zor."
"İZMİR FUARINDA 350 FARKLI ADAMLA ÇALIŞTIM KİMSEYİ DEĞİŞTİRMEDİM"
"1977'de döndüm. Türkiye'nin çok karışık olduğu dönemler, 1980 öncesi malum. Üniversitede gene göreve devam ettim. Silahlar patlıyor, şu oluyor, bu oluyor. Bu arada 1980 ihtilali oldu. Sonra bir Anavatan Partisi olayı... Rahmetli Özal ortaya çıktı. İzmir Belediye Başkanlığı'nı kazandı o parti.
İzmir Uluslararası Fuar Müdürlüğü o zaman için Türkiye'nin en büyük organizasyonuydu. Ticari veya sosyal neyse...
Benim Almanya'da doktora yapmış olmam, işte 2 lisan biliyor olmam. Biraz yakışıklı olmam (gülüyor) vesaire... Kültür parklarla ilgili bir çalışma hazırlamış olmam gibi bir takım şeylerden dolayı İzmir Fuarı Müdürlüğü yaptım.
Orada yöneticilikle ilgili bir sürü tecrübe kazandım. 5 sene sürdü o macera. İşte orada Enver Beyle ilgili bir karşılaşma oldu.
İzmir'de fuara gelip beni ziyarete geldiler. O zaman Mücahid Bey daha küçük.
Birlikte yürüyoruz 'Nasıl gidiyor fuarcılık' dediler. Tuttum bir laf ettim orada. Hiç unutmam onu yani. Kaçtı ağzımdan.
'Efendim iyi gidiyor. Ama personel biraz pis' dedim. Bu 'pis' sözü kaçtı ağzımdan yani. Olur ya insan bir de çok çenebaz olunca insan böyle kaçırır ağzından hani...
"Madem pis kardeşim, elinizle örtün" dediler. "Elinizle bulaşmayın, üstünü örtün" buyurdular.
Ben bu nasihatten sonra 350 tane diğer partinin adamıyla 5 sene çalıştım ve hiç kimseyi değiştirmedim. Yani belediye tarihinde çok zor rastlanan bir şeydir. Çünkü belediye el değiştiği zaman bütün personel gönderilir, yenisi gelir filan...
Ben 2 kişi hariç hiçbirini değiştirmedim. Ve gerçekten o farklı görüşlerden 350 farklı kişiyle hakikaten çok güzel işler başardık."
"ARKADAŞLARA NE OLUYOR?"
Şimdi ileri alalım.Yıllar geçti... Almanya'da Hannover Fuarı bizi şeref misafir yapmış Türkiye'yi. Beni de davet ettiler fuar müdürü olarak. Oraya gittik. Fuar açılışları, şunlar bunlar vesaire.
Arkadaşlarla bir yere toplanmışlar. Ben de gittim oraya. Oturuyoruz, sohbet ediyoruz vesaire.
Enver Bey bana döndüler ve dediler ki (ikimizin duyacağı şekilde) 'Nasıl gidiyor fuarcılık?', 'Sayenizde iyi" dedim. 'Ne demiştim sana?' Efendim hık mık dedim. 'Ya söyle söyle ne demiştim hakikaten? Unuttum' dediler.
Dedim 'böyle böyle' işte o kelimeyi gene kullandım, 'Pis demiştim. Siz de böyle demiştiniz' filan.
Neyse bunu dinledikten sonra 'Arkadaşlar!' dediler herkes sustu.
'Kalk Resul ağabey'. Ağabey derdi ya herkese. Kalktım.
'Hadi şimdi biraz önce bana anlattıklarını bağıra bağıra arkadaşlara da anlat'. Eyvah!
Bir daha anlattım. Ve dediler ki: Bakın, çok çeşitli siyasi görüşlerde olan, çeşitli karakterlerde olan insanların suçlarını yüzlerine vurmamış ve başarılı olmuş. Arkadaşlara ne oluyor?
Yani orada demek bir hadise oluyor, insanlık hali yani, bunu kullandılar."
"BİRAZ DA SENİN BÖBREKLERİN ÇÜRÜSÜN"
1977, 78, 80 bunlar geçti. 90'a geldik. Ben üniversitede devam ediyorum. İşletme doçentiyim o zamanlar. Yardımcı doçentim daha doğrusu.
İktisadi Bilimler Fakültesi İşletme bölümünde. Üniversitede pek çalışmak istemiyorum gibi bir havam var. Soğudum yani daha doğrusu.
İşte o günlerde, 1989'un bir sonbahar gününde İzmir'de Türkiye gazetesi bürosuna gittim
Ziya Bey rahmetli İzmir bölge temsilcimiz, Allah rahmet eylesin. Bir cumartesi günü boştum, bir ziyaret edeyim dedim.
Sekretere dedim ki "Kim var?" "Buyurun Resul Ağabey, Müsait Ziya Ağabey' dedi.
Kapıyı çaldım, açtım. Baktım Ziya Bey ayakta, telefonda konuşuyor ve diyor ki "Bana doğru gel" diyor.
Ben gayriihtiyari arkaya baktım. Herhalde sekreterini çağırıyor. Çünkü girer girmez bana (eliyle) 'gel' yapıyor. "Buyurun abi." "Enver Bey senin telefonu istiyor." dedi.
Ya... Hayatımın dönüm noktası işte...
Bir an şaşırdım. Çünkü Enver Bey telefonu beni niye istesin yani?
Tabii telaş ve heyecanlı "Buyurun efendim." dedim. -İş görüşmesi yapıyoruz şu anda Enver Bey'le-
"Resul abi!" buyurdular. Ah o ses kulaklarımızda hala.
'Bugüne kadar sana çok takıldım. İşte seni İstanbul'a alacağım. Made in Turkey'in başına getireceğim. Şunu yapacağım, bunu yapacağım filan. Çok takıldım, şaka yollu, latife yollu. Ama artık iş ciddiye bindi. Benim böbreklerim çürüdü. Biraz da senin böbreklerin çürüsün' dediler.
'15 Ekim'de İstanbul'da göreve başlayacak şekilde durumunu ayarla. Genel müdür mü dersin, genel koordinatör mü dersin, ne dersen de. Sen benimsin, ben seninim, her şeyin bana ait' buyurdular.
'Peki efendim, üniversiteden istifamı istiyorum şu anda' dedim.
'Yok yok yok buyurdular. Önce hanımın... Hanımınla görüş. Her şey tatlılıkla olsun isterim' dediler."
"ŞUNUN FİZİĞİNE BAKIN"
"Hanımla konuşacağız. Dedim hanım işte hık mık bilmem ne Enver Ağabey beni aradı filan. Böyle bir dikildi. Hayırdır dedi. Ya bir kahve içelim dedim. İçeride oturalım konuşalım filan.
O dönemde de ailede pek çok sıkıntılar var. Dedim 'Böyle böyle Enver Ağabey dedi ki, İstanbul'a görev'
Başladı hanım ağlamaya. Ben de ağlıyorum filan. 'Ya' dedi, "Orada yok mu başka arkadaşlar? Yani niye seni seçti Enver Bey"
'Vallahi ne bileyim dedim. Hanım ya işte bu böyle oldu. Niye acaba?' dedim. Hanım da 'Vallahi bilmiyorum'
'O zaman ben söyleyeyim. Hadi analiz edelim mevzuyu. Bana kalırsa, Enver ağabeye 'saftirik' bir adam lazım' dedim.
Hani, çok fazla işten anlamayacak, fazla karışmayacak filan... Böyle bir insan lazım.
'Benim başka ne özelliğim var? Sen beni biliyorsun herhâlde'
Hanım ağlıyor 'Vallahi... İşte herhalde, fiziğinden dolayı' diye bir kelime çıktı ağzından. Fizik! Yani kalıp (gülüyor).
'Başka bir yer 3 milyon maaş verseydi ben gene kabul etmezdim ama Enver Bey'i severim ben de. Onun dediğini yapalım, gidelim' dedi.
Ertesi sabah açtık telefonu. 'Hayırdır Resul abi, ne oldu?'
Dedim, efendim böyle böyle hanım kabul etti dedim. Ama dedim bir şeye taaccüp etti yani hayret etti veyahut da anlayamadı. Niye beni seçtiğinizi anlayamadı dedim. Onu sordu dedim. Sen ne dedin dedim. Ben dedim, Enver abiye saf tonik bir zırh aldım herhâlde dedim. O dedim, "Fizik" dedi filan dedim. Nasıl güldüler?
Sonra yıllar boyu bunu kullandılar. Çünkü Enver abi demek neşe demek... Hiç kimse onun genel toplantılarında neşesiz olduğunu görmemiştir.
Toplantılarda ben genel müdürüm, şaka değil. Siz o günleri bilmezsiniz ama babalarınıza sorun yani, bayağı bir genel müdürüm.
(Enver Ağabey) 'Kalk' kalkıyorum ben. Bütün ünite amirleri, bölge temsilcileri falan böyle arkadaşlar...
'Bak şunun fiziğine bir bakın ya... Hanımı buna demiş ki 'Sen aslında beş kuruş etmez bir adamsın ama Enver Ağabey senin bu fiziğinden dolayı yanına almış' (gülüyor) yıllarca bu motifi kullandılar.
Hani diyeceksiniz ya şimdi Enver Ağabeyin özellikleri vs. Bütün iletişim uzmanlarının hemfikir oldukları; 'insanları rahat ettireceksiniz'dir. İnsanlar rahat edecekler ki iletişim kurabilirsiniz, mesajınızı aktarabilirsiniz.
'Gergin ortamlarda iletişim kurmak, etkili iletişim kurmak mümkün değil' sözü Enver ağabeyde vücut bulmuştu.

"KİMSENİN HEVESİNİ KIRMAYIN"
"İlk toplantıya beni gönderiyorlar şimdi bakınız. Dediler ki 'Hadi şimdi ilk defa bizim anonim şirket o zaman şirketin tarihinde Enver Ağabeyin dışında bir kişi toplantıya başkanlık yapacak. O da sensin, hadi git'
Şimdi Ticaret Kurulu; hangi işleri yapalım gibi girişimcilik konuşulan kurullar yani. Verdikleri nasihat: Sakın kimsenin hevesini kırmayın! Sakın kimsenin hevesini kırmayın!
Hevesler kırılmasın için ben biliyorum herhalde Enver Ağabey milyon dolarlar harcamıştır, göz yummuştur.
İşte şu anda bütün yönetim uzmanlarının söyledikleri o. 'Şirket içi girişimcilik' duymuşsunuzdur belki.
Şirket içi girişimciliği canlandıramayan kullanamayan hiçbir şirketin başarılı olması mümkün değil. Anlatabiliyor muyum?
"BİRBİRİNİZİN KIYMETİNİ BİLİN"
Genel müdür olarak yanlarında oturdum hep. Koca masada oturuyor, toplantı masası yanlarında ben oturuyorum. Kâğıt, kalem not alacağım yani. Genel müdürüm ya, bir şey söyleyecekler yazacağım.
Hiçbir gün not aldığımı hatırlamıyorum. Çünkü o toplantılarda hiç iş konuşmazlardı. Hemen hemen hiç...
Arkadaşlar birbirinizi sevsinler. Kibirli olmayın. İyi ahlaklı olun. Temiz olun. Birbirinizin kıymetini bilin. İyi geçinin. Çalışanlarımız size emanettir. Onlara sahip çıkın.
En önemlisi de 'Birbirinizi sevin, birbirinizin kıymetini bilin' Yıllar boyu yaşamış bir insan olarak söylüyorum.
İşte bu böyle sağlam bir şirket kültürüyle bizi yoğurdular. Bu sağlam şirket kültürü ki herkes merak eder yani bu İhlas Holding nasıl dayandı yani bu kadar sarsıntılara, bu kadar şeylere. Temelinde işte bu şirket kültürü var."
DEVAM EDECEK...