Allah adamlarından, "Abdullah-ı Dehlevî". Sülâle-i Resûlden, büyük âlim ve velî. Henüz gelmemişti ki bu büyük zât dünyâya, Babasıyla amcası, gördüler birer rüyâ. Allah arslanı Alî, rüyâda, babasına, Buyurdu ki: (Bir oğul verecek Allah sana. Büyüyünce olacak, gâyet yüksek ve âlî. O dünyâya gelince, ismini koyun "Alî".) Ve hem amcasına da, rüyâda Resûlullah, Buyurdu: (O çocuğun ismi olsun "Abdullah".) Vaktâ ki o çocuğu bahşetti cenâb-ı Hak, Hem "Alî" hem "Abdullah" konuldu ad olarak. "Yirmi iki" yaşında bitirdi tahsîlini. Tanıdı ondan sonra, devrin "Bir tânesi"ni. Yâni Resûlullahın kabinden akıp gelen, "Nûr"ları, tâliplerin kalplerine nakleden, Bir "Büyük" var idi ki, o devrin evliyâsı, Sohbeti, temizlerdi kalplerden kiri, pası. "Mazhar-ı Cân-ı Cânân" idi ki bu evliyâ, Ondan yayılıyordu nûr ve feyiz dünyâya. Bu büyük "Velî" ile karşılaştı Delhi'de. Dedi: (Talebeliğe kabûl edin beni de.) Buyurdu ki: (Evlâdım, zordur bizim yolumuz. "Tuzsuz taş" yalamaya benzer bu yol bâhusus. İstersen, sen kendine zevkli ve şevkli bir yol, Ve bir üstâd bularak, git o zâta tâbi ol.) Lâkin o, o kapıdan hiç dönmedi geriye. Zîrâ tam tutulmuştu kalbiyle o "Velî"ye. Dedi: (Olsun efendim, onu istiyorum ben. Kabûl buyurmanızı diliyorum gönülden.) Mazhar-ı Cân-ı Cânân, "Peki" dedi nihâyet. Ve onu yetiştirip, verdi mutlak icâzet. Üstâdı göç edince, âhiret âlemine, "Abdullah-ı Dehlevî" geçti onun yerine. Bu sefer her taraftan, insanlar akın akın, Toplanmaya başladı etrâfında bu zâtın. "Sert" ve "Kalın" elbise giyerdi çoğu kere. Ve onun "Cömertliği", destan oldu dillere. Öyle fazla idi ki "Şefkat" ve "Merhamet"i, Görmedi kimse ondan fenâ bir hareketi. Hattâ ona kötülük yapan kimselere de, Kalkıp duâ ederdi, gece ve seherlerde. Kendisini sevmiyen, hâkim komşusu vardı. Aleyhinde konuşur, gıybetini yapardı. Hapse düştü o bir gün, bir suçu işliyerek. "Abdullah-ı Dehlevî" işitip üzüldü pek. Çok uğraşıp çıkardı, onu hapishâneden. O kimse tövbe edip, talebe oldu hemen.