Abdülmuttalib, ölüm döşeğinde iken, sekiz yaşındaki torununu düşünüyordu. Vefat ederse, bu yetim ne olacaktı? Baba görmemiş, annesine doymamıştı. Elini o Serverin omuzuna koyup, karşısında diz çökmüş, edeble oturan oğullarına döndü: - Vefatım yaklaştı. Yegâne düşüncem şu yetimdir. Onu birinize emânet etmek istiyorum. Hanginiz ona hizmet etmeyi kabul eder? Önce Ebû Leheb kalktı: - Ben kabul ediyorum babacığım. - Evet, senin malın çoktur. Onu aç açık bırakmazsın. Ama ne var ki kalbin katı, merhametin azdır. Yetimler ise yufka yürekli olur, çabuk incinirler. Sonra Hamza arz etti: - Onu bana emânet et babacığım. - Evet, sen buna lâyıksın. Ama senin de çocuğun yok. Evlâdı olmayan, çocukların hâlinden anlamaz. Bu sefer Abbâs gelip diz çöktü: - Öyleyse bana ver babacığım. - Evet, sen de buna lâyıksın. Ama senin çocukların fazla. Lâyıkıyla ilgilenemezsin torunumla. En son Ebû Tâlip arz etti: - Babacığım, onu bana emânet et. Malım az ise de sadâkatim fazladır. Ona hizmet etmeyi cana minnet bilirim. - Evet, bu hizmete en lâyık sensin, dedi. Ve Efendimiz'e dönüp; - Ey gözümün nûru, sen şu amcalarından hangisinin yanında kalmak istersin? diye sordu. Efendimiz koştu. Ebû Tâlib'in boynuna sarılıp, kucağına oturdu. Abdülmuttalib memnun olmuştu. Onun da istediği buydu. Güzel torununun başını ve gözlerini öpüp kokladıktan sonra; - Şâhit olun ki, ben bundan güzel bir koku, bundan daha güzel bir yüz görmedim, dedi. Bu, son sözleri oldu. Ve yumdu gözlerini... E-mail: abdullatif.uyan@tg.com.tr Tel: (0 212) 454 38 10 www.siirlerlemenkibeler.com