"Taşın altını yokla!" "Ahmed Nâmıkî Câmî", çok yüksek bir velîydi. Ve bütün mahlûkâta, pek çok merhametliydi. Cömert olup, herkese yapardı hep iyilik. Her kimin derdi olsa, bu zâta gelirdi ilk. O devirde yaşıyan, vardı ki sâlih bir zât, Zengin olup, yapardı çok hayır ve hasenât. Ve lâkin daha sonra, bütün malı, elinden, Çıkarak, gâyet fakir bir hâle düştü birden. Bunu ise, kimseye gidip diyemiyordu. Ve kimseden hiçbirşey talep edemiyordu. Yaşlıydı, çalışmaya yok idi mecâli de. Bir gün, bu sıkıntıyla otururdu câmide. O anda karşısında, ihtiyâr, pîr-i fânî, Bir kişi zuhûr etti, uzun boylu, nûrânî. "Ahmed-i Namıkî"nin kendisiydi bu gelen. Kurtarmak istiyordu, onu bu kederinden. Selâm verip, yanına oturdu o kimsenin. Buyurdu ki: (Herhalde bir üzüntün var senin.) Dedi: (Evet efendim, sıkıntım var bir hayli. Ve söyliyemiyorum kimseye de bu hâli.) Buyurdu: (Falan yerde, Ahmed-i Nâmıkî var. Ona git, bu derdinle o olur alâkadar.) "Peki efendim" deyip, ertesi gün erkenden, "Ahmed-i Namıkî"nin yanına gitti hemen. Dedi ki. (Şöyle şöyle bir derdim var ki benim, Bir derman bulursunuz, siz buna zannederim.) Buyurdu ki: (Üzülme, her şeyin kolayı var. Bir kapı kapanırsa, açılır çok kapılar. Biz de duâ edelim, inşallah cenâb-ı Hak, Sana, başka yollardan rızık verir muhakkak.) Onun bu sözleriyle, sürûr geldi kalbine. Gitti ve ertesi gün, bu zâta geldi yine. Sordu Nâmıkî Câmî, gelince ona tekrar: (Senin, günlük nafaka ihtiyâcın ne kadar?) O dahî arz edince, buyurdu: (Kolay iştir. Senin işin, şu "Taş"a havâle edilmiştir. Sen, her sabah gelerek, yokla onun altını. Bulacaksın orada, tam o kadar "Altın"ı. Ve lâkin ihtiyâcın ne ise, o kadar al. Fazlasını alırsan, kesilir bu da derhal.) "Peki efendim" deyip, teşekkür eyliyerek, Ayrılıp, hânesine gitti pek sevinerek. Artık her gün, o taşı, gidip kaldırıyordu. Günlük ihtiyâç kadar, "Altın"ı alıyordu. Bu kişi, ömrü bitip vefât etti nihâyet. Evlâdı da, oradan aldılar uzun müddet. Ve lâkin ihtiyâçtan, bir gün fazla aldılar. Ertesi gün gidince, artık bulamadılar.