Talebe yetiştirir, çok ibâdet yapardı. Kendisi "Kepçe-kaşık" îmâl eder, satardı. Bir "Öküz"ü vardı ki bu evliyâ kişinin, Onu kullanırdı hep, onları satmak için. O öküzün sırtında, bir "Heybe" duruyordu. Kepçe ve kaşıkları, ona dolduruyordu. Çıkıyordu o hayvan, her gün pazar yerine. Dolaşır, akşamları dönerdi eve yine. İstiyen, o heybeden alıp istediğini, Yine aynı heybeye, atardı ücretini. "Hâce Ahmed Yesevî", o paraları yine, Harcardı tamâmiyle kendi talebesine. Kalplere hayât sunan, o mübârek sohbeti, Sâyesinde, gün be gün daha arttı şöhreti. Öyle ki, dört bir yandan, insanlar, akın akın, Yanına toplanırdı bu "Allah adamı"nın. Talebenin sayısı, "yüzbinler"i geçince, Çekemiyenler oldu kendisini bir nice. Onun îtibârını sarsmak için, bu defâ, İftirâlar uydurup, yaydılar her tarafa. Horasan'da yayıldı, bunlar daha ziyâde. Buna, "Ahmed Yesevî" üzüldü fevkalâde. Çünkü o yalanlara, bâzı saf Müslümânlar, İnanıp, felâkete oluyorlardı dûçâr. Çok merhametli olan "Hâce Ahmed Yesevî", Kurtarmak gâyesiyle bu temiz kimseleri, Talebeden birini, çağırarak yanına, Ona bir "Kutu" verip, gönderdi Horasan'a. Buyurdu: (Bu kutuyu, iyi muhâfaza et. Ve o hasetçilere, götür bunu teslîm et.) O, mühürlü kutuyu, alıp koydu cebine. Ve hemen yola çıktı, Horasan cihetine. Varıp, o insanlara tanıttı kendisini. Söyledi, üstâdının emriyle geldiğini. Getirdiği kutuyu, verip o kimselere, Dedi ki: (Bu kutuyu, o gönderdi sizlere.) "Ahmed-i Yesevî"ye kim varsa haset eden, Bir haberle, herbiri toplandı hepsi hemen. O kutuyu görünce, merak ettiler ki hep, "İçine ne koyup da gönderdi bize acep?" Merak ve heyecânla açınca birden onlar, Hepsi hayretlerinden, şaşıp dona kaldılar. Zîrâ kutu içinde, bir miktar "Pamuk" vardı. Üstünde kıpkırmızı "Ateş koru" yanardı. Ateş koru, pamuğa etmiyordu hiç tesir. Pamuk, ateş korundan, olmazdı müteessir. Bu kerâmeti görüp, çok pişmân oldu hepsi. Ve o büyük "Velî"nin oldular talebesi.