"Ahmet Mekkî Efendi", âlim ve evliyadan, Dîni öğretmek için çalıştı hiç durmadan. Bıkmadan ders okuttu, verdi vâ'zü nasihat, Hep bu yolda çalışıp, şehîden etti vefat. Çünki o, hiç durmayıp, hiç de dinlenmiyerek, Hizmet etti islâma, insan yetiştirerek. Yoktu bir düşüncesi, "Ders okutmak"tan başka, Şehit olmasının da, sebebi buydu başta. Dünyalık hiçbir şeyi etmedi aslâ talep, "Âhiret"e dönüktü, kalbi ve rûhuyla hep. Bir terzisi var idi, "Hâbil Efendi" diye, Bir elbise diktirdi bir defa bu terziye. O, "Son elbisesi"ymiş meğerse bu "Velî"nin, Terzi dedi: (Efendim, güle güle giyinin.) Buyurdu ki: (Bakalım, bu elbiseyi giymek, Ne kadar nasib olur, ömrümüz kalmadı pek.) Ben dahî yanındaydım, işittim bunu bizzat, Ondan sonra, çok zaman geçmeden etti vefat. Sanki o, biliyordu vefat edeceğini, Verirdi ara ara bunun işaretini. Henüz vefat etmeden bir hafta evvelinden, Bir banyo almasını söylediler evinden. Buyurdu ki: (Lüzum yok, banyo kalsın bu sefer, Zira beni yakında, gasleder Ali Sezer.) "Ali Sezer" adında vardı bir talebesi, En çok onun olmuştu, ondan istifadesi. Bu sözü üzerinden, bir hafta geçti zaman, "Ahmet Mekkî Efendi" göç etti bu dünyadan. Vefatına bir hafta kalmıştı ki, o yine, Bildirdi bu hususu çok sevdiği birine. Daha da yaklaşınca vefatı bu "Velî"nin, Dedi: (Hasta olursam, hiç doktor getirmeyin.) Ve bir gün yapıyorken sabah kahvaltısını, Birden bire elinden düşürdü bardağını. Kalkıp, elbisesini giymek istedi, fakat, İki üç saat sonra, eyledi Hakka vuslat. Kan sızdı uzun müddet ağzından dışarıya, Bu, "Şehid olduğu"nun işaretiydi zira. O vefat ettiğinde, başka bir evliya zat, Dedi: (Dînin direği yıkıldı bugün heyhât.) Öyle te'sir etti ki vefatı bu fakîre, Sanki yetim kalmıştım o anda birden bire. Ömrümde böyle acı ve keder görmemiştim, "İstanbul başımıza yıkıldı" zannetmiştim. Bir "Âlim"in ölümü, ölümüdür "Âlem"in, Yüceltsin makamını onun Rabbil âlemin. Yâ Rabbî, "Ahmet Mekki Efendi" hürmetine, Kavuştur cümlemizi yüksek şefaatine.