"Alâüddîn Sabir"e inanmadı hiç o halk. Hattâ "Büyücü" dedi bu zâta "Kadı Tabrak". O ise, çok üzülüp bunların yaptığına, Mektup yazıp bildirdi bu hâli üstâdına. "Ferîdüddîn Genc Şeker", o mektubu okuyup, O da, Kadı Tabrak'a yazdı şöyle bir mektup. "Ey kadı, o kimseyi biz gönderdik oraya. Ona inanmazsanız, uğrarsınız belâya. Çünkü o, Rabbimizin sevdiği bir kişidir. Sizleri irşâd için beldenize gelmiştir. Onun imâmlığına biz idik fetvâ veren. Hattâ Resûlullahtır mânevî tasdîk eden." Kadı Tabrak, okudu onun bu mektûbunu. Hiç kıymet vermiyerek, maalesef yırttı onu. "Alâüddîn-i Sabîr", bu işi duyduğunda, Elinde olmaksızın, gadaplandı ânında. Birisini gönderip buyurdu ki: "Git hemen. O Kadı Tabrak denen adama de ki benden: "O alçak, yırttı ise hocamın nâmesini, Ben de, Levh-i mahfûz'dan yırttım onun ismini. Ayrıca şunu dahî bilsin ki hem o alçak, O ve ona uyanlar, toptan helâk olacak." O kişi, bu haberi iletti kendisine. Lâkin o, inâdından yine uydu nefsine. "Alâüddîn-i Sabîr", baktı göke ve yere. O anda yer küresi, sallandı birden bire. Biraz sonra, bir daha edince göke nazar, Zelzelenin şiddeti, çoğaldı azar azar. Bunlar, büyük korku ve telâş verdi o halka. İnsanlar, koşup geldi hemen "Kadı Tabrak"a. Dediler ki: "Duydun mu, zelzele oldu bakın. O zâtı üzdüğünden olmasın bunlar sakın." Dedi ki: "Falan yerde bir büyücü kadın var. Gidip ona deyin ki, bir gelsin bize kadar." Gelince, sordu ona: "Hissettin mi, bu gün hep, Üst üste zelzeleler oluyor, nedir sebep?" O dedi: "Bu beldeye gelmişti ya birisi, Bu, onun büyüsüdür, korkutmasın hiç sizi." "Alâüddîn-i Sabîr", câmiye gitti yine. Namâz kıldırmak için geçti imâm yerine. Biraz sonra oraya, gelip o Kadı Tabrak, Dedi. "Çekil geriye, mihrâbı bana bırak!" Hakâretler ederek sonra ona alçakça, Dışarı çıkardılar câmiden yaka paça. Onlar böyle yapınca Hakk'ın bu "Velî"sine, Câminin duvarları yıkıldı üstlerine. "Kadı Tabrak" ve ona uyanlar, hepsi o gün, Duvar altında kalıp, helâk oldu topyekün.