Aşçı Yahya Baba, Edirne toprağını nurlandıran gizli bir gönül eri. O, Bayezid-i Veli devrinde, Tunca nehri kenarındaki külliyede aşçı başıdır. Ama kalp gözü açıktır. Bir gün, sevdiklerine: -Kardeşlerim! der. Helâl lokma, insanı ibâdete sevkeder, haramsa günaha. Ve devam eder: -Kendi karnınız doyarsa, başka açları düşünün ki asıl hüner budur işte. O, yalnız insanlara değil, bütün mahlûkâta karşı engin bir şefkat besler. Her gün yemek dağıtımından artan pilavı götürür, Tunca nehrindeki balıklara serper. Ambar memuru durumu anlar. Artan pilav kadar kısar pirinci. Ama pilav yine artar. Yarıya indirir, bir şey değişmez Pilav hep artmaktadır. Dur, ne yapıyorsun? Durum Pâdişaha arz edilir. Sultan Bayezid de merak etmiştir bu işi. Kalabalık bir grup devlet erkânıyle gelir, oturur sofraya. Ama enteresandır, pilav yine artar. Yahya Baba, alır balıkların nasibini, nehre varır. Pâdişah da ardındadır. Pilavdan ilk kepçeyi alıp da tam serpmek üzeredir ki, seslenir ardından: -Dur Baba, ne yapıyorsun? Bu, israf değil mi? Ancak ne hikmettir bilinmez, Yahya Baba'nın yerine, balıklardan cevap gelir. Nasıl mı? Binlerce balık, bir anda başlarını sudan çıkarır, lisan-ı halleriyle, -Sultânım! Devletin artığını bize çok mu görüyorsun? derler sanki. Padişah duygulanır. Aşçı Baba secdeye kapanır. Ve rûhunu teslim eder oracıkta. Ölüme hazırlanın Bir gün nasihat isterler bu zattan. -Kardeşlerim! der. Müslüman, gönlü kırık insandır. Allah, göğsü kabarık olanları sevmiyor. Bir gün de bir genç gelir, yaklaşır yanına. Nasihat isteyecektir. Mübarek ona bakar bir an. -Evlâdım! der. Ölüme hazırlan. Zira ecel, ani gelir çok zaman. Ve ekler: -Ölümü kendine öyle yakın bil ki, yattığında yastığının altında farz et, kalktığında karşında. Bir gün de, sorarlar bu zata: -Edeb nedir? Cevap iki kelime: -Söz dinlemektir. Ve izah eder: -Bir kimse, büyüklerin sözlerini dinlemiyorsa, edebten nasibi yok demektir.