Resûlullah Efendimiz, Bedir Harbinden zaferle dönmüştü. "Yetmiş" de esir alınmıştı kâfirlerden. Bu esirlerin ne yapılacağı hakkında bir vahiy olmayınca, Eshâbiyle istişare edip, karar verdiler: Esirler, fidye karşılığı serbest bırakılacaklardı. Aralarında Resûlullahın amcası Abbâs da vardı. Efendimiz Ona yaklaşıp; - Yâ Abbâs! Kendin ve Ukayl için fidye ödeyeceksin! buyurdular. Abbâs; - Ben müminim, dedi. Kureyş, beni zorla getirdi Bedir'e. - Mümin olduğunu Allah bilir. Zâhirde aleyhimizdesin. Bunun için fidye vermelisin. Abbas boynunu büktü: - Param yok ki, ne vereyim? - Hiç mi paran yok? - Sekiz yüz dirhemim vardı. Onu da ganîmet diye siz aldınız. - Peki, o altınları niçin söylemiyorsun? Abbâs şaşırdı: - Hangi altınları? - Hani Bedir'e gelirken hanımına verdin de; "Eğer geri dönemezsem, şu kadarı senin, şu kadarı da Fadl, Kusem ve Abdullah'ın" demiştin ya. İşte o altınları soruyorum. Abbas hayretler içindeydi. Sordu merakla: - Yâ Muhammed! O vakit odada ikimizden başka kimse yoktu. Sen bunları nereden biliyorsun? - Rabbim bildirdi bana. O anda, kalbine hidayet nurları dolmaya başladı. - Öyleyse hak Peygambersin! dedi. Ve Müslüman oldu. Resûlullah Efendimiz, ona; - Îmanını gizle! buyurdular. Ve Mekke'de vazîfe verdiler kendisine. Şöyle ki; Oradaki müminlere göz kulak olacak ve müşriklerin arasında dolaşıp, olup biteni gizlice Resûlullaha bildirecekti. Vazîfesini güzel yaptı. Ve çok duâsını aldı Efendimizin. > E-mail: abdullatif.uyan@tg.com.tr Tel: (0 212) 454 38 10 www.siirlerlemenkibeler.com