Pişmeyen hamur! "Behâeddîn Buhârî", çok yüksekti himmeti. İslâma tam uygundu, her hal ve hareketi. Buyurdu: (Bir müslümân, uymazsa hiç nefsine, Vâsıl olur bu yolda, maksûdunun hepsine.) Suâl etti birisi: (Efendim, acabâ siz, Bu makâma, ne ile vâsıl olabildiniz?) Buyurdu ki: (İslâma tâbi oldum ihlâsla. Nefsimin arzusuna, uymadım bir kez aslâ. Yolumuzun esâsı, "Muhabbet"tir, "Sohbet"tir. İnzivâda şöhret var, o da büyük âfettir. "Sohbet", ortak olmaktır arkadaşın derdine. Yâni tercîh etmektir, onu, kendi nefsine. Evliyânın her işi, islâma tam uygundur. Onlara tâbi olan, bulur rahat ve huzûr. Lâkin kendi nefsine, uyarsa biri eğer, Bırakmaz yakasını, onun hiç "gam" ve "keder". Çünkü insanoğluna rahatlık, neş'e, sürûr, Verecek her ne varsa, dînimizde mevcuttur. Bu islâm hudûdunun dışında neş'e, sevinç, Aramak beyhûdedir, mümkün değil çünkü hiç. Ve hattâ insan için, kötülük, zulüm, nifak, Ne varsa, hep islâmın dışındadır muhakkak. Her kim islâmiyyete, yâni Resûlullaha, Uyarsa, vâsıl olur ebedî bir felâha. "Behâeddîn Buhârî" hazretlerinin dahî, Sünnet-i seniyyeye uygun idi her hâli. Meselâ Resûlullah, bir gün, eshâbı ile, Ekmek pişirmişlerdi tandırda elleriyle. Sahâbeden her biri, alarak hamurunu, Ateşte kızmış olan, tandıra koydu onu. "Allahın Resûlü" de, hamur alıp eline, Yapıştırdı hamuru, tandırın bir yerine. Bir müddet bekliyerek, sonra açıp baktılar. Gördüler, biri hâriç, pişmiş bütün hamurlar. O pişmiyen hamur da, "Resûlün hamuru"ydu, Aynen olduğu gibi, hiç pişmeden dururdu. Zîrâ Resûlullaha, her ne ki etse temas, Dünyâ ve âhirette, onu hiç ateş yakmaz. "Bahaddîn Buhârî" de, uymak için Resûle, Geldi tandır başına, bir gün talebesiyle. Her biri, ellerine biraz hamur alarak, Ekmek pişirmişlerdi, bu sünnete uyarak. Her biri, ayrı ayrı hamur koyup tandıra, Bekleyip, biraz sonra baktılar ki bir ara, "Biri hâriç" pişmişti hamurları onların. Baktılar, pişmiyen de hamuruydu o zâtın. Her işte uyduğundan, aynen islâmiyyete, Buyurdu ki: (Çok şükür, bu da uydu sünnete.)