İstikâmet sâhibi olmak... "Behâeddîn Buhârî", nakleder şöyle kendi: Bu tasavvuf yoluna ilk girdiğim günlerdi. Beni, bir "Cezbe hâli" kaplardı ara ara. Dolaşmaya giderdim, gece kabristanlara. Bir gece, yine böyle başında bir mezarın, Dururken, mânevî bir hâle girdim ansızın. O halde göründü ki, bana "Gönül gözü"mde, Örtülerle süslenmiş bir "kürsî" var önümde. Oturmuş o kürsîde, nûr yüzlü "Velî" bir zât. Vardı hem etrâfında, kalabalık bir zevât. Ben, orada oturan zâtın kim olduğunu, Düşünürken, birisi tanıttı bana onu. Dedi: ("Abdülhâlık-ı Goncdüvânî"dir o zât. Ve halîfeleridir önündeki cemâat. Sana, bir "Tâc" verdiler, bereketli, mübârek. Elden ele dolaşıp, gelmiştir bu güne dek. "Alî Râmîtenî"den gelir ki emâneten, Kondu senin evine, şu andan îtibâren.) Kalkıp, öptüm elini ve edeble oturdum. O bana nazar edip, buyurdu ki: (Ey oğlum! Bu yolda bulunmaya, var sende kâbiliyyet. Lâkin olgunlaşması lâzımdır onun elbet. Hakkın gizli sırları, olsun sana âşikâr. "İslâma tam uymak"tır bu yolda en büyük kâr. "İstikâmet sâhibi" olmak hem bu hususta, En büyük kerâmettir, bizim bu yolumuzda. Ey oğlum Behâeddîn, sen yarın Nesef'e git. "Seyyid Emîr Külâl" de oradadır o vakit. Önce evine gidip, o "Tâc"ı al yanına. Sonra Emîr Külâl'in, var git huzûrlarına.) Dedim: (Peki efendim, şimdi hemen gideyim.) Kendime geldiğimde, baktım, bir kabirdeyim. Evden o "Tâc"ı alıp, düştüm Nesef yoluna. Gidip, "Emîr Külâl"in kavuştum huzûruna. Buyurdu ki: (Bu tâca, bugün sen müstehaksın. Bunu muhâfazada, gevşeklik etme sakın. Hocam "Muhammed Bâbâ Semmâsî" hazretleri, Bana ısmarlamıştı seni yetiştirmeyi. Hem de senin hakkında, demişti: "Bu, oğlumdur. Onun yetişmesinde, etmiyesin bir kusur. Bir gevşeklik olursa bunda ey Emîr Külâl! Senin üzerindeki hakkımı etmem helâl."