Behâeddîn Buhârî

A -
A +

"Bensiz mi yiyordunuz?" Bir köyde, bu "Velî"yi çok seven talebeler, Bir evde toplanarak, bir araya geldiler. Gâyeleri, o akşam biraz sohbet etmekti. "Hâce hazretleri"nden konuşup bahsetmekti. Sütlâç pişirmişti ki ev sâhibi, o ara, Getirdi bir kap ile, ikrâm için onlara. Orta yere koyarak, dedi ki: (Kardeşlerim! Haydi gelin, buyurun, hep birlikte yiyelim.) Bu dâvet üzerine, yerlerinden kalktılar. Oturup, ellerine birer kaşık aldılar. Ve lâkin o sütlaçtan, kimse yiyemiyordu. Zîrâ kimsenin eli, kıpırdıyamıyordu. Sanki "Bağlanmış" idi elleri herbirinin. Uzanamıyorlardı sütlaca bunun için. Hepsi, birbirlerine hayret ile bakarak, Dediler ki: (Bu işte, bir hikmet var muhakkak.) O sütlâçtan, hiç biri yemeden tek bir kaşık, Çâresiz, o sofradan kalktılar hepsi artık. O andan îtibâren, geçmişti ki bir saat, Teşrîf etti o eve, birden o "Mübârek zât". Buyurdu: (Kardeşlerim, ben Kasr-ı ârifân'dan, Bu köye gelmek için, yola çıktığım zaman, Sütlâcı, pişirmek için, siz ocağa koydunuz. Sonra, benden bahsedip, sohbete koyuldunuz. Ben yarı yolda iken, pişti sütlâcınız da. Ve yemek istediniz, siz onu aranızda. Nasıl yiyecektiniz ve lâkin biz olmadan? Bağlandı elleriniz, yiyemediniz ondan. "Bir hikmet var" diyerek, sofradan kalktınız hep. Beni beklemek imiş, demek ki buna sebep. Haydi, şimdi getirin o sütlâcı ortaya. Hep berâber oturup, yiyelim doya doya.) Onlar, sevinç içinde sütlâcı getirdiler. Büyük huzûr içinde, neş'e ile yediler. Yine bu "Büyük zât"a, yeni talebe olan, Biri de, bir vak'ayı ediyor şöyle beyân: Vaktâ ki nasîb oldu bana da talebelik, O gün, bir talebesi öğüt verdi bana ilk. Dedi ki: (Yolumuzda, mühimdir hayâ, edep. En çok buna riâyet ederiz burada hep. Meselâ hocamızın evlerinden tarafa, Ayak uzattığımız olmamıştır bir defâ.) Ben de, bir gün dışarda yatmıştım kısa bir an. Gelip, ayaklarımı tekmeledi bir hayvan. Fırlayıp kalktım hemen, çok acı hissederek. Düşündüm ki: "Bunun bir hikmeti olsa gerek." O esnâda, yaptığım o hatâyı anladım. Zîrâ o eve doğru uzanmıştı ayağım...