"Behâeddîn Buhârî", çok büyük evliyâdır. Onun feyiz verdiği binlerce kimse vardır. Talebeden birini, göndermişti bir yere. O, işini halledip, dönüyorken geriye, Bir ağaç gölgesinde oturup dinlenirken, Yorgun olduğu için, uyuyup kaldı birden. Ve lâkin rüyâsında, "Behâeddîn Buhârî", Hazretlerini gördü, heybetliydi bir hayli. Kendisine yaklaşıp, buyurdu ki pür hiddet: (Bu yerde uyunur mu, burayı hemen terk et! Burası, uyunacak yer değil ey evlâdım! Zîrâ kurtlar dolaşır etrâfta adım adım.) Uyanıp, gözlerini açtığında, bu defâ, Gördü ki, "İki aç kurt" geliyor o tarafa. Fırlayıp, korku ile uzaklaştı oradan. Ve Kasr-ı ârifâna vardı akşam olmadan. Gördü ki, yola çıkmış "Buhârî" hazretleri, Kendisini bekliyor, nice zamandan beri. Yanına yaklaşınca, buyurdu ki: (Ey evlât! Tehlikeli yerlerde olur mu istirâhat?) Bir gün de, bu evliyâ, talebeleri ile, Yolculuğa çıkmışlar, giderlerdi bir yere. Yolları, bir ırmağa uğradı en nihâyet. Su, heybetli akardı, derindi hem de gâyet. Bakıp, "Emîr Hüseyin" adlı talebesine, Buyurdu: (At kendini, şu ırmağın içine!) "Emîr Hüseyin" dahî, hiç tereddüt etmeden, "Peki efendim" deyip, atladı suya hemen. Diğer talebeleri, korkuya düştüler hep. Dediler: "Hüseyin'in ne oldu hâli acep?" Ve nihâyet bir müddet geçer geçmez aradan, Seslendi: (Ey Hüseyin, çık gel şimdi oradan!) Çıktı "Emîr Hüseyin" ânında dışarıya. Üzeri kupkuruydu, girmemiş sanki suya. Talebe arasına oturunca o gelip, Hepsi gıbta ettiler, bu hâlini seyredip. Behâeddîn Buhârî, buyurdu: (Ey Hüseyin! Suya atladığında, ne gördün, söyle demin.) Arz etti ki: (Efendim, siz öyle emredince, Kendimi, bir "Oda"da buldum suya girince. Ve lâkin etrâfıma baktığımda o anda, Hayret ile gördüm ki, hiç "Kapı" yok odada. "Nasıl çıkabilirim bu odanın içinden?" Diye düşünürdüm ki, farkettim sizi birden. Siz, bir "Kapı" gösterip, elinizle açarak, Bana buyurdunuz ki: "Kapı burda, işte bak." Açtığınız kapıdan, dışarı çıkınca ben, Sizin huzûrunuzda kendimi buldum hemen.)