"Hâce Behâeddîn-i Buhârî" hazretleri, Dergâhta otururken, biri girdi içeri. Dedi ki: (Ey efendim, bu dergâha, bendeniz, Geldim ki, edineyim buradan ben de feyiz.) Behâeddîn Buhârî, ona dönüp hemence, "Merhamet nazarı"yle bir nazar eyleyince, Acâyip haller oldu, o kimsenin kalbinde. Ve mânevî "Kalp gözü" açıldı akabinde. Yıllarca çalışarak ele geçen bu devlet, Onun bir nazariyle, hâsıl oldu nihâyet. Başka bir talebe de, diyor ki: Bir zaman da, Bir bostan ekmiş idim, ben "Kasr-ı ârifân"da. Tam sulama zamanı gelmiş idi, velâkin, Nehirde, bir damla "Su" yok idi o an için. Teşrîf etti üstâdım, bostana o günlerde. Buyurdu ki: (Sulama vakti geldi herhalde.) Arz ettim ki: (Efendim, tam zamanıdır, evet. Lâkin hiç su akmıyor, iyi değil vaziyet.) Buyurdu: (Sen bostanın, su yolunu gidip aç. Allah sana su verir, ne kadarsa ihtiyâç.) Üstâdımın emrine, "Baş üstüne" diyerek, Su yollarını açıp, bekledim sabaha dek. Tam fecir söktüğünde, "Su sesi" geldi bana. Sonra bir şarıltıyla, akıp girdi bostana. Çok sevinip, suladım bostanımı tamâmen. Sonra da, üstâdımın yanına vardım hemen. Bana buyurdular ki: (Su verdin mi bostana?) Dedim: (Evet efendim, hamd olsun Yaradana. Lâkin anlıyamadım efendim bir husûsu. O da şu ki, acabâ nereden geldi bu "Su"? Çünkü suyun geldiği ırmağa gittim gece. Gördüm ki, kupkuruydu, su yok idi zerrece.) Buyurdu ki: (Allahın ihsânıdır bu sana. Lâkin bu gördüğünü, anlatma başkasına.) Bir başka talebe de, anlatır ki şöylece: Bize teşrîf eyledi üstâdımız bir gece. Birçok talebesi de, yanında vardı onun. Evde de yiyecekten, yalnız vardı biraz "Un". Huzûrlarına varıp, arz ettim bunu önce. O, bir nazar eyledi o "Az un"a hemence. Buyurdu: (Hak teâlâ, bereket versin una. Lâkin gizle bu sırrı, söyleme ona buna.) "Peki" deyip, korkmadan kullandım unu her gün. Gerçekten geldi "Un"a, bir bereket ve yümün. Misâfir kaldılar da, iki ay evimizde, Yine hiç azalmadan, kaldı "Un" elimizde. Bir gün ifşâ eyledim esrârını ben bunun. Bereketi kesilip, çabucak tükendi "Un".