Behâeddîn - i Buhârî / Münâkaşa yasaktır

A -
A +

Bu zâtın var idi ki, gençten bir talebesi, Çoktu bu üstâdına muhabbeti, sevgisi. "Behâeddîn Buhârî" ona dedi: (Ey filân! Her zaman beni yâd et, çıkarma hâtırından.) O talebe diyor ki: Bu emir mûcibince, Onu unutmamaya çalışırdım gün gece. Bir sene, babam ile Hac yoluna çıkmıştık. Ve bir müddet sonra da, "Hirat"a ulaşmıştık. Seyrederken Hirat'ın bir kısım yerlerini Unuttum bir aralık "Hâce hazretleri"ni. Unutmakla birlikte, bendeki her iyi hal, Mânevî hasletlerim gittiler benden derhal. Sanki feyiz kesildi, uzaklaştı her nîmet. Sanki geri alındı, o tasarruf ve himmet. Kendimi, kupkuru bir odun gibi hissettim. Ne aşk kaldı kalbimde, ne sevgi hayret ettim. Haccımızı yapıp da, edince eve avdet, Hocamın huzûruna vâsıl oldum nihâyet. O beni görür görmez, buyurdu ki: (Ey oğlum! Hirat'ta, beni biraz unuttun, biliyorum. O anki gafletine hiç üzülme, zîrâ biz, Bilâ kasıt yapılan kusurları görmeyiz. Lâkin dostu unutmak, dostluğa sığmaz evlât. Hiç seven, sevdiğini unutur mu bir saat? Başkasına gitseydin, olmazdı fâidesi. Çünkü sen, bu menbadan alıyorsun her feyzi. Benim talebelerim, sanki benim oğlumdur. Başkasının, onlara tasarruf haddi yoktur.) Şöyle anlatıyor ki talebeden biri de: Münâkaşa etmiştim Nesef'te ben biriyle. Bu yüzden, o kimsenin kalbini incitmiştim. Ve hem de kendisinden özür dilememiştim. Aynı gün, Buhârâ'ya, hocama gittim, fakat, Hiç bakmadı yüzüme, etmedi hiç iltifât. Araya koydumsa da, başka talebeleri, Olmadı onların da, yine fâideleri. Sonunda çok yalvarıp, arz ettim ki: (Ne olur, Affedin bu fakiri, olduysa hatâ, kusur.) Buyurdu ki: (Nesef'te, niçin o arkadaşa, Kaba sözler söyleyip, eyledin münâkaşa? Sen bilmiyor musun ki, bir mü'mini incitmek, "Kâbe'yi yıkmak" gibi, bir günâhtır büyücek. Ondan özür dileyip, almadıkça helâllık, Bizim sohbetimize almayız seni artık.) "Peki efendim" deyip, Nesef'e döndüm hemen. Gidip özür diledim, acele o kimseden. Sonra haber verince, bunu kendilerine, Ancak kabûl ettiler, beni sohbetlerine.