Behâeddîn-i Buhârî / Namazdan zevk almak

A -
A +

Bir gün "Melik Hüseyin", çok büyük bir ziyâfet, Hazırlayıp, onu da yemeğe etti dâvet. "Behâeddîn Buhârî", teşrîf etti biriyle. Lâkin o yemeklerden, yemedi lokma bile. Buna, Melik Hüseyin üzüldü bî ihtiyâr. Düşündü ki: "Acabâ ne için yemiyorlar?" Arz etti ki: (Efendim, sofradaki yemekler, Şahsî malımdan olup, helâl ve temizdirler. Rahatça yiyiniz ki, hepsi de helâl taam. Aslâ karışmamıştır içlerine tek haram.) Behâeddîn Buhârî buyurdu ki: (Ey oğlum! Yemeklerin hepsi de helâldir, biliyorum. Ve lâkin bu Hirat'ın çok fakir ve açları, Var ki, tek bir lokmaya vardır ihtiyâçları. Böyleyken, biz burada, bu çeşitli ve lezîz, Yemekleri, rahatça nasıl yiyebiliriz?) Bir gün de buyurdu ki: (Gadap ve kerâhetle, Pişirilen yemekte, "zulmet" olur gâyetle. Hem böyle taamlarda, olmaz hayır, bereket. Şifâ değil, bilâkis olurlar "dert" ve "illet". Yâni böyle yemeği, her kim ki yerse eğer, Ondan, hep zuhûr eder fenâ, kötü fiiller. Hiç gaflete dalmadan, "Allah"ı düşünerek, "Neş'e" ve "Sevinç" ile yapılırsa bir yemek, Hayırlı, bereketli olmuş olur bu defâ. Ve ondan yiyenlere, olur "şifâ" ve "devâ". İnsanların işinde, olursa hatâ, kusur, "Şüpheli yemekler"den mutlaka hâsıl olur. Yine ibâdetlerden, mânevî lezzet almak, Bilhassa namâzları, huşû içinde kılmak, Yâni tam varabilmek, onun ulvî zevkine, "Helâl lokma" yemeğe bağlıdır bu da yine. Kâfî değil yemeğin helâlinden olması. Lâzımdır "Âgâh halde" onun hazırlanması. Yâni Hak teâlâyı, kalben hâtırlıyarak, "Gadaplı" ve "Öfkeli" bir halde olmıyarak, Seve seve, zevk ile pişirilirse eğer, Görürler faydasını, o yemekten yiyenler. Ayrıca, yemenin de usûlü vardır yine. Tam dikkat etmelidir, "yemek edebleri"ne. Allahü teâlânın huzûrundaymış gibi, Oturup, âdâbıyla yemelidir yemeği. Kim yemekte bunlara, ederse tam riâyet, Kıldığı namâzlardan, alır bir "tad" ve "lezzet". Ve her kim de yer ise, şüpheli, haram taam, Ve yemek âdâbına riâyet etmezse tam, Kıldığı namâzlardan, alamaz mânevî tat. Elbette kendindedir, bu kusur ve kabâhat.