Behâeddîn-i Buhârî / "Onlar kalbe bakar!"

A -
A +

"Hâce hazretleri"nin, sâdık bir talebesi, Vardı ki, bu "Velî"ye pek çok idi sevgisi. O der ki: Ben Hocam'ı, henüz tanımıyordum. Bir sandığın içinde, "Yüz altın" saklıyordum. Biraz zaman geçince, düşündüm ki nihâyet: "Yapayım bunlar ile alışveriş, ticâret." Hazır elbise alıp, yollandım "Buhârâ"ya. Ve başladım onları, köy köy gezip satmaya. O köylerin birinde bulunduğum bir saat, İşittim ki, o köye gelmiş bir "Evliyâ zât". Mallarımı, bir yere bırakarak emânet, O "Büyük evliyâ"yı, gidip ettim ziyâret. Ellerini öperek, bir kenara oturdum. O zâtın huzûrunda, eriyor gibi oldum. Bir an, bakışlarını çevirip bu fakîre, Sonra suâl etti ki: (Niçin geldin bu yere?) Arz ettim ki: (Efendim, ticâret yapıyorum. Hazır elbise alıp, köylerde satıyorum.) Buyurdu ki: (Çok iyi, yap ama ticâreti, Hiç girmesin kalbine, para pul muhabbeti. Çalışıp kazanmayı, emreder dînimiz de. Lâkin hiç olmamalı sevgisi kalbimizde. Gâye, islâmiyyetin her emrini yapmaktır. Ve "Dünyâ sevgisi"ni, kalpten silip atmaktır.) Onun bu bereketli söz ve nazarlariyle, Kalbimden "Mal sevgisi", boşaldı tamâmiyle. Daha ilk sohbetinde, düzeldi kötü hâlim. "Dünyâ muhabbeti"nden kurtuldu hem de kalbim. Yine aynı sohbette, buyurdu ki: (Ey oğlum! Ben, Kâbenin yanında, bir gün oturuyordum. Bir kimseyi gördüm ki, ak sakallı, ihtiyâr. Kâbenin örtüsüne sarılmış, dâim ağlar. "Yâ Rabbî! yâ ilâhî!" diye yalvarıyordu. Gözlerinden akan yaş, yeri ıslatıyordu. Lâkin o ihtiyârın, kalbine ettim nazar. Gördüm ki, "Dünyâ" ile olur hep alâkadar. Ağlıyor idiyse de, Kâbede gözyaşıyle, Lâkin hep meşgûl idi, kalbi "Dünyâ işi"yle. Hac'dan sonra, Minâ'ya avdet ettik nihâyet. Çarşıda bir "Genç" gördüm, yapıyordu ticâret. "Yüzbin altın" değerde, mal alıp veriyordu. Kalbine nazar ettim, her an zikrediyordu. Dünyâya düşmüş gibi görünürdü o, fakat, Kâbe'deki adamdan üstün idi kat be kat. Çünkü bu, vermişse de ticârete kendini, Sokmamıştı kalbine, "dünyâ muhabbeti"ni. Yapsa da büyük çapta ticâret, alış veriş, Lâkin hiç yapmıyordu islâma mugâyir iş.