Kerâmetler sâhibi, bir "Velî"sidir Hakk'ın. Kulların hizmetine çalışmıştır bihakkın. "Dîne hizmet" aşkıyle, kalbi hep çarpıyordu. Bir şeyler yapmak için fırsatlar arıyordu. Zengin idi, malını verdi İslâm yolunda. Çünkü mal ve paranın, sevgisi yoktu onda. Ne kadar çok idiyse onun malı, serveti, Çok idi o kadar da, o mallara nefreti. Bir gün, bir talebeye buyurdu: "Odaya gir. Beşbin dînar olacak, onları bana getir." Talebe, o odaya girdi ve döndü geri. Dedi ki. "Göremedim içerde akçeleri." "Elhamdülillah" deyip, dersine etti devam. Olmadı bu hususta onda hiç üzüntü, gam. Az sonra o talebe, içeri girdi yine. Onları bulduğunu arz etti kendisine. O zaman dînarları aldı "Peki" diyerek. Devam etti dersine, bir daha "Hamd" ederek. Merak etti talebe, dedi ki: "Efendim, siz, Niçin iki halde de, yine hamd eylediniz?" Buyurdu ki: (Evlâdım, niçin hamdetmiyeyim? Rabbimiz "İmân" vermiş, dünyâlığı nideyim? "Para"nın varlığıyla, yokluğu, bu dünyâda, Müsâvîdir, değişmez dervîşlerin yanında. Dünyâ elden çıkınca, üzüntü duymazlar hiç. Ele geçirince de, bulmazlar aslâ sevinç.) Bu cevap, talebenin sürûr verdi gönlüne. Daha arttı yakîni onun büyüklüğüne. Hazret-i Behâüddîn, tevâzû sâhibiydi. Kendini üzenlere, "Sabır küpü" gibiydi. Hattâ o, kendisine kötülük edenlere, İhsân ve ikrâmlarda bulunurdu çok kere. Derdi ki: "Hak yolunda yürüyen kimseleri, Rabbimiz, imtihâna tâbi tutar ekseri. Kulların cefâsından olunca mutazarrır, Hiç karşılık vermeyip, göstermeli hep sabır. Sırf sabır kâfî değil hattâ o insanlara, Ayrıca "Gül demeti" sunmalıdır onlara." Bu "Allah adamı" da zengindi, malı çoktu. Bu yüzden bâzıları, yapardı dedi-kodu. Meselâ derlerdi ki: "Bu nasıl evliyâdır? Hepimizden daha çok malı ve mülkü vardır." O, bunları duyunca, buyurdu: "Ey insanlar! Hak teâlâ, dünyâyı sevmiyor zerre kadar. Dünyânın tamâmının, olmayınca kıymeti, Olur mu bir kısmının hiçbir ehemmiyyeti? Evet, o dünyâlıktan çok var ise de bizde, Lâkin muhabbetleri, hiç yoktur kalbimizde."