"Murat Hân", Kosova'da kurdu karargâhını. İstişâreden sonra aldı harp kararını. Birlikler sokularak gece harp nizâmına, Sonrası bırakıldı o sabâhın hayrına. O gece, onbeş Şâban, yediyüzdoksanbir'di. Yâni dokuz Ağustos ve "Berat Gecesi"ydi. Lâkin o yaz gününde, karanlık bastığında, Kuvvetli bir fırtına kopuverdi bir anda. Ortalık, toz dumana boğuldu fırtınadan. Ve hiç kimse kimseyi seçemez oldu o an. Bu, düşmanın işine yarayacaktı ancak. Duâ etmekten başka yoktu bir şey yapacak. Bu mübârek gecede kalkarak "Sultân Murat", "Hâcet namazı" kıldı hemence iki rek'at. Sonunda ellerini kaldırarak duâya, Şöyle niyâz eyledi Allahü teâlâya. (Yâ ilâhî, her defâ duâmı kabul ettin. Senden ne istediysem, verip mahrum etmedin. Yâ Râbbî, bugün dahî kabul eyle duâmı. Bir yağmur ihsân edip, def et bu toz dumanı. Tâ ki bu kâfirleri netçe görebilelim. Ve varıp üstlerine, yüz yüze cenk edelim. Yâ Râbbî elbette ki bu mülk ve kullar, senin. Ve sen kime istersen, ona ihsân edersin. Ben dahî senin nâçiz bir kulunum ilâhî! Niyetim sana mâlum, kalbimden geçen dahî. Mal ve mülk, benim için değildir maksat, niyet. Gelmedim bu meydana şöhret için de elbet. Yalnız senin rızânı almaktır asıl gâyem. Bunu ihsân edersen, başka bir şey istemem. Beni, bu gâzilere kurban et yâ ilâhî! Küffâra mağlub edip, helâk etme hem dahî. Sebep kılma beni sen bunca ferdin katline. Muzaffer kıl islâmı bu küffâr üzerine. Veririm bunlar için ben severek canımı. Yeter ki kabul eyle sen bu hâlis ricâmı. Hazırım can vermeye ben bu erlerim için. Yeter ki ölümünü gösterme hiçbirinin. Misâfir kabul edip beni sen huzûruna, Fedâ kıl şu rûhumu bu erlerin rûhuna. Önceki savaşlarda gâzi kıldın ilâhî, Şehâdet nîmetini nasîb et şimdi dahî.) Murat Hüdâvendigâr, o Berât Gecesinde, Böyle yalvarıyordu hem de secde hâlinde. Çok geçmemiş idi ki bu duâ üzerinden, Çok rahmet bulutları toplandı gökte hemen. Sularını, Kosova üstüne boşalttılar. Toz sindi, gök açıldı, dindi o esen rüzgâr.