Bir hırka hürmetine

A -
A +

Hazret-i Mevlânâ'nın ilim sâhibi bir talebesi vardı. Bir gün çağırdı onu. - Sen bir kitap yaz evlâdım! - Başüstüne hocam! Ve kısa zamanda bitirip takdim etti. Hazret-i Mevlânâ, göz gezdirdi kitaba, beğendi ve; - Âferin, güzel olmuş, buyurdu. Ve hırkasını çıkarıp hediye etti ona. Lâkin az gördü o bunu. İçinden; "Gece gündüz çalıştım, göz nûru döktüm. Mükâfat olarak bir hırka az değil mi?" diye geçirdi içinden. Ama hazret-i Mevlânâ okuyordu onun kalbini. Kendisine şefkatle bakıp; - Hayır, o düşünceyi bırak! buyurdu. Ve şu menkıbeyi anlattı ona: Zamanın birinde bir "Fakir" vardı. Elinde sepet, ev ev dolaşır, kim ne verirse alır, evine taşırdı. Bir gün de hükümdarın sarayına düştü yolu. Kapıyı vurup açılmasını beklerken; "Bu, pâdişâh kapısıdır, burada sepet dolmalı" diye geçirdi içinden. Derken kapı açıldı. Ve bir şey kondu sepete. Fakir baktı ki küçük bir paket. Beğenmedi. Kendi kendine; "Padişahın koyduğu şeye bak" dedi. Dudak bükerek açtı paketi. Daha da şaştı bu defa. Zira içinde "kızarmış tavuk" vardı bir tanecik. Yorgun argın eve dönüp, yemeye koyuldu o tavuğu. Fakat o da ne? İçi "Altın" doluydu tamamen. Mahcub oldu, utandı kendinden. Menkıbe bu kadar. Kitap yazan talebe de, Mevlânâ'dan bunu dinleyince öyle düşündüğüne pişman oldu, utandı ve tövbe etti. Aradan yıllar geçti. Hazret-i Mevlânâ dünyâdan göçtü. Ve bir kuraklık oldu ki, aylarca damla düşmedi gökten. Yağmur duasına çıktılar, fark etmedi. Sonunda buna gelip, hazret-i Mevlânâ'nın hırkasını istediler. - Hayhay! dedi. Getirip verdi. Bir âlim, onu giyip başladı duaya. Henüz duası bitmemişti ki, başladı yağmur. Hem de şakır şakır. Günlerce, gecelerce yağdı. İnsanlar rahatladı. Teşekkür için herkes bir hediye getirdi ona. Öyle ki, dünyâlığa boğuldu. Hattâ o yerin "en zengin"i oldu. > E-mail: abdullatif.uyan@tg.com.tr Tel: (0 212) 454 38 10 www.siirlerlemenkibeler.com