Bir gün "Emîr Sultân", abdest alıyordu ki, yanına şehirden bir talebe gelip durdu. Emir Sultân sordu ona: - Nereden geliyorsun evladım? - Şehirden efendim. - Şehirde bizim için ne diyorlar? - Kimyâya mâliktir diyorlar efendim. Buyurdu ki: - Çok mu merak ettin? Kimya odur ki, akan su altın olur. Böyle der demez kolundan akan sular "Altın" oldu. Hem de yere düşmeden. Büyük velî bunu görünce; - Bu kelâmımız murad değil, hikâye içindi, buyurdu. Böyle deyince de, "altın", yine "Su" oldu. Cebindeki parayı say! Yine "Emir Sultân" hazretlerini çok seven "Hoca Abdullah" diye bir tüccar vardı ki, bir gün bu büyük velîye geldi. Ve güzel bir "sarık" hediye etti. Emir Sultân; - Teşekkür ederim, dedi. Ve o tüccara bir miktâr para verdi. Tüccar, o parayı aldı. Ve elini öpüp ayrıldı. Çarşıdan geçiyordu ki, bir kalabalık gördü ileride. Baktı ki, çok kıymetli bir "Elmas" satılıyor, insanlar da toplanmış ona bakıyor. Yaklaşıp fiyatını sordu. - Otuzbin dirhem, dediler. Almayı çok istedi ama o kadar parası yoktu. Yürüyüp gitti eve. O esnâda bir ses duydu gaibden. Durup dinledi: - Cebindeki parayı say! diyordu. Çıkarıp saydı. Ve hayretten donakaldı! Zîra "Otuzbin dirhem"den de fazlaydı o para. Sevinip, o elması satın aldı hemen. Bir Yahûdi tüccar, elindeki elmasa bakıp sordu: - Bunu bana satar mısın? - Satarım. Elması alıp, tam "yüzotuzbin dirhem" verdi karşılığında. Tüccar çok sevindi. Kendi kendine; - "Vallahi bu, Emîr Sultânın bir kerâmeti" dedi. Ve Onun için büyük bir "Dergâh" bina etti.