"Bre Doğan! Bre Doğan!"

A -
A +

Osmânlı, Rumeli'ye yerleşince nihâyet, Haçlıların işine hiç gelmedi bu elbet. Avrupa'da ne kadar papa, keşiş, krallar, Var ise, bir araya geldiler hemen bunlar. Tek maksat, Osmânlı'yı, Rumeli'den atmaktı. Ve güyâ buraları "Türk'e mezar" yapmaktı. "Bâyezit", İstanbul'u ederken muhâsara, Bunu fırsat bildiler haçlılar da o ara. Başıbozuk bir halde eyleyerek hareket, "Niğbolu" önlerine geldiler en nihâyet. Ve lâkin bu sürüde, kim 'kumandan', kim 'er'di? Ve kimin ne yaptığı aslâ belli değildi. Geçtikleri her yeri ederlerdi hep talan. Yakarak giderlerdi bahçe ve tarlalardan. Sayıları "yüzbin"i aşıyorsa da hattâ, Bir çapulcu sürüsü gibiydiler âdetâ. Şefkat ve merhametten yoksun idi ki bunlar, Geçtikleri yerleri ederlerdi târumâr. Velhâsıl "Bâyezit Hân", bir karar üzerine, Kuşatmaya gelmişti İstanbul önlerine. Bu haberi işiten Avrupa devletleri, Telâşlanıp, ne kadar var ise kuvvetleri, "Niğbolu Kalesi"ni geriye almak için, Geldiler gürültüyle önüne bu kalenin. Bu kaleyi, "Doğan Bey" müdafaa ederdi. Kuvveti azdı ama, yine de direnirdi. Bu hâli haber alan "Yıldırım Bâyezit Hân", Bir gece, tek başına, düşmanın arasından, Gecerek ulaşmıştı "Niğbolu Kalesi"ne. Tarih az görmüş idi bir mertlik böylesine. Koca bir Pâdişahın, kimseden korkmayarak, Bir gece, tekbaşına, atına atlayarak, "Yüzbin" haçlı askerin içinden geçerekten, Kaleye ulaşması, yürek ister gerçekten. Kale dibine gelen bu yiğit Bâyezit Hân, Gürledi tok sesiyle: "Bre Doğan! Bre Doğan!" Tanımıştı Doğan Bey, Pâdişah'ın sesini. "Buyur sultânım!" diye tanıttı kendisini. Gerekli tâlimâtı vererek Doğan Bey'e, Düşmanın arasından döndü yine geriye. "Doğan Bey", Pâdişah'ın, işitince sesini, Daha da bir kuvvetli hissetti kendisini. "Bâyezit Hân", orduyu alarak o gün yine, Geldi yıldırım gibi Niğbolu önlerine. Başıbozuk, çapulcu gürûhu o Haçlılar, Osmânlı ordusunu görünce şaşırdılar. Ertesi gün, savaşta, Osmânlı askerleri, Bozguna uğrattılar, Haçlı kefereleri.