İstanbulda yaşayan ve Kadıköy müftülerinden olan Ahmet Mekkî Efendi hazretleri, bir sohbetinde Efendimiz'den bahsederken şunları anlattı sevdiklerine: Bir gün Eshabtan "Ebû Zer-i Gıfârî" hazretlerine bakarak; - Bu, yalnız yaşar, yalnız ölür, buyurdular. Hakîkaten öyle oldu. Ömrünün sonlarında yalnız yaşamış, yalnız olarak ölmüştü mübarek. Bir tek hanımı bulunmuştu yanında. En cömert olanınız Bir gün de hanımları hakkında; - En cömert olanınız bana önce kavuşur, buyurdular. Vefatlarından sonra, zevcelerinden ilk vefat eden "hazret-i Zeyneb" oldu. Çünkü o, hepsinden ileriydi cömertlikte. Buyurdukları gibi Bir gün de Sahâbeden "Zeyd bin Sühan" hazretlerine bakarak; - Bunun âzâsı, kendinden önce Cennete girer, buyurdular. Bu sözün hikmeti o gün anlaşılamamıştı. Ama aradan yıllar geçti. Bir savaşta eli kopup yere düştü bu sahâbînin. Harpten sonra şehidler defnedilirken, onun eli de birlikte defnedildi. Mekkenin taşları bile Resûlullah Efendimiz, kendi hakkında münâfıkların çevirdiği plân ve entrikaları bilir ve haber verirdi eshabına. Bunu müşrikler de çok iyi bilirdi. Meselâ bir münâfık diğerine, Resûlullah aleyhinde gizli bir şey söyliyecek olsa; - "Susss!" derdi öteki, "Onun aleyhinde bir şey söyleme. - Nedenmiş o? - Çünkü O haber alır. - Nerden haber alacak canım? - Her yerden. Mekke'nin taşları bile söylerler Ona. Ve bu yüzden aralarında bile korkarlardı bir şey konuşmaya. Öldüreceklerdi, ama... Müşriklerden Hakem bin Ebil Âs, bir gün suikast düzenledi Efendimize. Bir gurup müşrikle anlaşıp faaliyete geçtiler. Resûlullah, o sırada Kâbe yanında namaz kılıyordu. Secdeye gittiğinde hep birden saldıracaklardı. Ama yapamadılar. Niye mi? Çünkü çok şiddetli bir sesle irkildiler o esnada. Öyle ses ki, bayılıp yerlere serildiler korkudan. Kendilerine geldiklerinde gece yarısıydı.