"Bunda da sünnete uyduk"

A -
A +

Bir se­ne Be­hâ­ed­dîn-i Bu­hâ­rî haz­ret­le­ri­nin sev­dik­le­rin­den bir grup Müs­lü­man Bey­tul­lah'ta ta­vâf ya­pı­yor, bu bü­yük ve­lî de ha­zır bu­lu­nu­yor­du ora­da. On­lar Mi­nâ'da kur­ban ke­ser­ken, Be­hâ­ed­dîn-i Bu­hâ­rî haz­ret­le­ri; - Bi­zim de kur­ban kes­me­miz lâ­zım, bu­yur­du. Ama biz, oğ­lu­mu­zu kur­bân ede­riz bel­ki. bu söz­den bir şey an­la­ma­dı­lar. "Mu­hak­kak bir hik­me­ti var­dır" de­yip, o gü­nün tâ­ri­hi­ni yaz­dı­lar. Hac dö­nü­şü Bu­hâ­ra'ya gel­dik­le­rin­de duy­du­lar acı ha­be­ri. Evet, bü­yük ve­lî­nin sev­gi­li oğ­lu ve­fat et­miş­ti. Tâ­zi­ye­ye ge­len­le­re; - Oğ­lu­mun ve­fâ­tiy­le de Re­sû­lul­la­ha "aley­his­se­lam" tâ­bi ol­dum. Çün­kü Onun da oğ­lu ve­fât et­miş­ti, bu­yur­du. Ve ilâ­ve et­ti: - O Re­sû­lün ba­şın­dan ne geç­tiy­se, ay­nen be­nim ba­şım­dan da geç­ti. Onun yap­mış ol­du­ğu her işi ben de yap­tım. Bir tek sün­ne­ti bi­le terk et­me­dim ha­ya­tım­da. KİM­SE­NİN KAL­Bİ­Nİ KIR­MA­YIN Bir gün bâ­zı genç­ler na­sî­hat is­te­di­ler bu zat­tan. Ce­vâ­ben on­la­ra; - Hiç kim­se­nin kal­bi­ni kır­ma­yın, bu­yur­du. Kalb kır­mak ha­ram­dır çün­kü. - Hiç kim­se­nin mi? de­di­ler. - Evet, kâ­fi­rin de kal­bi­ni kır­mak câ­iz de­ğil­dir. Şöy­le de­vam et­ti: - Ken­di nef­si­ni­ze is­te­di­ği­ni­zi söy­le­yin. Kâ­fir de­yin, al­çak de­yin, fâ­sık ve fâ­cir de­yin. Ama kim­se­yi in­cit­me­yin. Çün­kü gö­nül, Al­la­hü te­âlâ­ya çok ya­kın olup, ya­ra­tı­lış­ta mis gi­bi te­miz ve sağ­lık­lı­dır. Onu, son­ra düş­man­lar has­ta et­miş­tir. - Han­gi düş­man­lar? de­di­ler. - Ne­fis, şey­tan ve kö­tü ar­ka­daş­lar. - Bun­lar­dan ko­run­ma­nın çâ­re­si ne­dir efen­dim? - Bir tek çâ­re­si var. O da iyi kim­se­ler­le be­ra­ber ol­mak­tır.