Abdurrahmân bin Avf radıyallahü anh, yaşlı hâline rağmen Bedir Cengine katılmıştı. İki taraf yerlerini almış, birazdan tarihin en mühim ve anlamlı cengi başlayacaktı. O ara, Medîneli iki delikanlı yanaştı bu güngörmüş ihtiyarın yanına. - Amca, siz, Ebû Cehil'i tanırsınız herhalde? - Tabii, tanıyorum. - Onu bize gösterir misiniz. - Olur, ama niçin? - Onunla bir hesabımız var bizim. Duyduk ki, Efendimizi çok üzmüş bu alçak. Yemin ettik ki, onu öldürmeden ayrılmayalım cenk yerinden. Ya o ölmeli, ya da biz. İhtiyar sahabi, eliyle işaret edip; - İşte ey civanlar, Ebû Cehil, şu iri gövdeli, kara kuru adamdır, dedi. Gençler, kartal bakışlarını onda sabitleyerek; - Onun işi, inşallah bugün tamamdır, dediler. Sonra ikisinin de eli hızla kılıçlarına gitti. Elleri kabzalarda, gözleri o "Allah düşmanı"nda olarak sabırsızlıkla "Hücum emri"ni beklemeye koyuldular. Bu iki genç, "Muâz" ve "Muavvez" kardeşlerdi. Ve harbi başlattı Efendimiz: - Hücuuum! Bir anda, sert bir yaydan fırlayan ok misâli yerlerinden kopan gençler, birer "Şâhin" gibi yüzlerce kâfirin üzerinden aşarak hedeflerine ulaştılar. Önce, Muâz, kılıcını şimşek gibi kaldırıp, şiddetle çaldı koca kâfirin bacağına. Ebû Cehil, deveden aşağı yuvarlanınca, iki kardeş, üzerine çullanıp, cansız düşene kadar kılıç vurdular. İşte tam bu sırada Resûlullah Efendimiz; - Ebû Cehil'in hâlini bilen var mı? diye sordular. O vakit Ebû Cehil'in Cehennemlik bedeni, bu iki kardeşin şerefli kılıçlarıyla kanlara bulanmış olarak, yerde can çekişiyordu... > E-mail: abdullatif.uyan@tg.com.tr Tel: (0 212) 454 38 10 www.siirlerlemenkibeler.com