Bir savaşta çok ganimet malı alınmış, bunların taksimi işine bizzat halife Hazret-i Ömer nezaret ediyordu.
Hazret-i Hasan geldi.
Hürmetle karşılayıp:
"Hasan'a bin dirhem verin!" buyurdu.
Sonra Hazret-i Hüseyin geldi. "Hüseyin'e de bin dirhem verin!" diye emretti.
Kendi oğlu geldi.
"Abdullah'a beş yüz dirhem verin!" buyurdu.
Abdullah şaşırıp:
"Babacığım, Hasan'la Hüseyin'e biner dirhem, bana ise beş yüz dirhem verdiniz. Hikmeti nedir?" dedi.
Cevabında:
"Onların babaları Ali Mürteza, anneleri Fatıma, dedeleri Resûl-i mücteba'dır. Onların Cafer ve Ukayl gibi amcaları, Ümmü Gülsüm ve Rukayye gibi teyzeleri var. Sen kendini onlarla bir mi tutuyorsun?" buyurdu.
O, bunları dinledi.
"Özür dilerim" dedi.
Ağlayarak geri gitti.
? ? ?
Hazret-i Ali bunu öğrenince oğullarını çağırdı ve onlara "Resulullah'tan işittim. 'Ömer, İslam'ın nuru ve cennetin ışığıdır' buyurmuştu. Gidin, bunu ona haber verin" dedi.
Derhâl fırladılar.
Emri ifa ettiler.
Halife duygulandı, gözleri yaşardı. Bir kâğıda bu müjdeyi yazıp oğluna verdi ve "Öldüğümde beni bu kâğıtla defnedin. Zor durumda kalırsam bu senet imdadıma yetişir de belki kurtulurum" diye vasiyet etti.