Hayber gazâsında, Resûlullah Efendimiz, sancağı Hazret-i Alî'ye verip; - Yâ Alî! Hayber'i fethetmeden geri dönme! buyurdu. Hazret-i Ali; - Başüstüne yâ Resûlallah! dedi. Ve ilerledi. O ara hisardan Hâris adlı bir kâfir çıkıp, er istedi meydana. Hazret-i Ali, salınarak yürüyüp, arslan gibi dikildi bunun karşısına. Ve hiç eman vermeden Zülfikâr'ı kaldırıp, şiddetle çaldı. Hâris, kanlar içinde yere serilmişti. Küffarın morali bozulmuş, Tekbîr sedâları yükselmişti beri cenahta. Bu defa, Hâris'in kardeşi Merhab, doludizgin girdi meydana. İki zırh giymiş, iki kılıç kuşanmıştı. Kibirle seslendi Mürtezâ'ya: - Bana Merhab derler! İntikâmım korkunç olacak! Şâh-ı merdân arslanlar gibi kükredi: - Bana da Haydar derler! Ölümün benim elimden olacak! Haydar, "arslan" demekti. Ve Zülfikâr'ı kaldırıp, şiddetle çaldı boynuna. Vücudu, yukarıdan aşağı ikiye bölündü kâfirin. Kâğıt gibi yırtıldı kalkanı. Düşman kaçıyor, mücâhitler kovalıyordu ki, bir ara kalkanı düştü Hazret-i Alî'nin. Eğilip almaya da vakti yoktu. Hayber kalesinin "koca demir kapı"sı ilişti gözüne. Bir hamlede söküp, kalkan yaptı onu. Bu manzara, dehşete düşürdü kâfirleri. Emân dileyip, teslim oldular. Hayber fethedilmişti. Efendimiz, hazret-i Ali'nin gözlerinden öpüp; - Yâ Alî, Allah ve Peygamberi senden râzıdır, buyurdular. Hazreti Ali ağlıyordu. Sordular: - Yâ Alî! Niçin ağlıyorsun? - Sevincimden yâ Resûlallah. Buyurdu ki: - Ne kadar sevinsen azdır yâ Ali! Zîra cümle melekler de senden râzılar. E-mail: abdullatif.uyan@tg.com.tr Tel: (0 212) 454 38 10 www.siirlerlemenkibeler.com