"Hayır, biz harbe girmeyiz"

A -
A +

Necip Fâzıl anlatıyor: Yıl, bindokuzyüz kırkbir. Ben, gazetenin birinde yazıyorum. İkinci Dünyâ Harbinin patladığı zamanlar. Almanlar sınırımıza dayanmış. Harbe girmemiz, an meselesi. "Muhakkak" gözüyle bakıyoruz buna. Günlük yazılarımda bunu savunuyor, "Muhakkak harbe gireriz" diyordum. Çünkü hâdiseler bunu gösteriyordu. Başka ihtimal yoktu bana göre. Ama yanılıyormuşum. Nasıl mı? "Efendi"ye gittim bir gün. Bu büyük velînin huzurunda da bunu savundum. Mübarek, büyük bir sabırla dinledi beni. Sonra bana bakıp, - Hayır Necip, buyurdu. Biz harbe girmeyiz. Şaşırmıştım. - Girmeyiz mi? - Hayır. Harbe girmeyiz. Ama pahalılık ve yokluk olur bu defa. Zaman, onu haklı çıkardı gerçekten. Harbe girmedik. Ama müthiş bir pahalılık oldu memlekette. "Boş" çıktı benim tahminlerim. O zâtın buyurduğu gibi oldu. Eee, Hak teâlâ veriyor onlara bu bilgiyi. İlerisini görüyorlar. Az daha dayansınlar Abdülhakîm Efendi'nin sevdiklerinden Cevat Bey de şöyle anlatıyor: Ben, Sakarya Savaşında, üsteğmendim. Ric'at emri verilmiş, ordu geri çekiliyordu. "Ankara boşalıyor" haberleri geliyordu her taraftan. "Efendi"ye gittim bir gün. Beni görünce, - Cevat, âcilen Ankara'ya git! buyurdu. Ordu komutanına çık ve de ki: Beni, kendi hâlinde bir Müslüman gönderdi. O diyor ki: "Az daha dayansınlar. Zafer bizim olacak!" - Başüstüne, dedim. Ankara'ya gidip, ilettim bunu ilgili paşaya. Çok memnun oldu. Ve emir verip durdurdu ric'atı. Ben de bilfiil katıldım ordumuza. Erlerimle omuz omuza savaştık. Çok da yaralandık. Gerçekten buyurduğu gibi oldu. Harbi biz kazandık.