Asr-ı saadette, Kureyş kâfirlerinden bir bahadır vardı ki, ona diş geçiren biri yoktu o devirde. O pehlivan, bir harpte atını meydana sürüp; - Yâ Muhammed! Karşıma er gönder! Hiç erin yoksa, bari amcan oğlu Ali'yi gönder ki, görsün erlik ne olduğunu! diye seslendi. Şâh-ı merdân işitti bu sözü. Efendimizin huzuruna varıp; - Yâ Resûlallah! İzin ver, gidip vurayım şu kâfirin boynunu! diye arz etti. Resûlullah Efendimiz; - Peki yâ Alî, buyurdular. Var git. Allah yardımcın olsun! İzin alınca, sürdü atını kâfirin üzerine. Ve bir kuvvetli nâra attı ki, korkudan ödleri koptu kâfirlerin. Kimi düşüp, ânında can verdi. Birçoğu da baygın vaziyette yerlere serildiler. Şâh-ı merdân, sonra o kâfirin karşısına dikilip, önce îmana dâvet etti onu: - Gel Müslüman ol! Kardeş olalım! O kabul etmedi: - Hayır, dövüşelim! O zaman kılıcını kaldırıp şiddetle çaldı. Müşrik, yere yıkılınca, üstüne çıkıp, dayadı kılıcını boğazına: - Gel îman et, kardeş olalım! Yine kabul etmedi. Üstelik de mırdar tükürüğünü fırlattı Mürtezâ'nın nurlu yüzüne. Hazret-i Ali, onu öldürmekten vazgeçip kalktı üzerinden. Kâfir şaşırmıştı: - Niçin öldürmedin beni? - Biz nefsimiz için adam öldürmeyiz. - Anlamadım. - Seni "Allah için" öldürecektim. Ama bana o hakareti yapınca nefsime zor geldi. Hâlis niyetime, "nefsimin arzusu" karışır diye korkup, vazgeçtim. Kâfir hayretle sordu: - Siz hep Allah için mi öldürürsünüz? - Evet. Kâfir, başını eğip, düşünceye daldı. Kalbi değişti o anda. Ve bütün kalbiyle; - Öyleyse sizin dîniniz haktır, dedi. Ve haykırdı "Şehâdet"i. Az önceki iki düşman, "dost" olmuşlardı. Sevgiyle kucaklaştılar. E-mail: abdullatif.uyan@tg.com.tr Tel: (0 212) 454 38 10 www.siirlerlemenkibeler.com