Allah dostlarından Abdülhakîm Efendi'yi çok seven bir "Hüseyin Efendi" vardı. Eyüp Sultân'da otururdu. Bu zat anlatıyor: Ben "Kâdirî şeyhi" idim. Yüzlerce mürîdim vardı. Bir gün, "Eyüb'e, Abdülhakîm Efendi diye büyük bir âlim gelmiş" diye işittim. Kendi kendime; "Gidip bir göreyim. Benim kadar ilmi var mı?" dedim içimden. Ve gidip oturdum sohbetine. Hiç duymadığım şeylerden bahsediyordu. Çok yüksek ilimler ve pek ince hikmetlerdi bunlar. Hemen oracıkta; "Sohbet biter bitmez arz edeyim, beni de talebeliğe kabul etsin" diye karar verdim. Nihâyet bitti sohbet. Herkes gitti. İkimiz kaldık sadece. Hemen arz ettim. - Efendim, size bir şeyi itiraf etmek istiyorum. - Buyurun. - Ben, kendimi yıllarca "şeyh" bilirdim. Ve benden, "Eşşeyh Hüseyin Efendi" diye bahsederdi insanlar. Ama şimdi anladım ki, meğer ben, "Eşşeyh" değil, hâzâ "Eşşek"mişim! Kabul buyurursanız, kapınızda hizmetçi olmak istiyorum. Tebessüm etti mübarek. - "Estağfirullah" buyurup, kabul etti dileğimi. Niçin çok bardak koydun? Abdülhakim Efendi'nin sevdiklerinden "Şâkir Efendi" de şöyle anlatıyor. Bir sabah, "Efendi"yle, namazı kıldık. Beni imam yapmışlardı. Biz namaz kılarken, zevcem de çay yapıp bardakları hazırlamış. Namaz bitince sofaya geçtik. Baktım, tepsi bir sürü bardakla dolu. Koşup sordum hanıma: - Ne bu bardaklar? - Ne olmuş ki? - Biz iki kişiyiz. Sen bir sürü bardak koymuşsun. Hanım şaşırdı. - Nasıl iki kişisiniz? - Basbayağı. Efendiyle ben. - Ama siz namaz kılarken baktım. Onlarca cemaat vardı arkanızda. Velhasıl ikimiz de bir şey anlamamıştık. -------- E-mail: abdullatif.uyan@tg.com.tr Tel: (0 212) 454 38 10 www.siirlerlemenkibeler.com