Benî Necrân diye Hristiyan bir kabîle vardı. Fahr-i âlem Efendimiz bunlara nasîhatte bulundu. Ama ıslâh olmadılar. Îmâna gelmediler. İnât ettiler. Haklarında vahiy geldi. Âyet-i kerîmede meâlen; "Onlara de ki: Geliniz, oğullarımızı ve kadınlarımızı çağıralım. Sonra 'Kim yalan söylüyorsa, Allahü teâlânın lâneti onun üzerine olsun' diyelim!" buyuruldu. Efendimiz bunu okudu. Ve mübâheleye çağırdı. Yâni onları; "Îsâ aleyhisselâm hakkında kim yalan söylüyorsa, Allahü teâlâ hazretleri ona lânet etsin" demeye dâvet etti. Onlar durakladılar. Karar veremediler. "Müşâvere edelim. Yârın gelip kararımızı bildirelim" dediler. Reîslerine sordular. Reisleri düşündü. Korktuğu belliydi. Netîcede cevâben; "Ey Nasârâ cemâati. Muhakkak biliniz ki, Muhammed (aleyhisselâm) Peygamberdir. Bir kavim Peygamber ile mübâheleye kalkışırsa, onların büyüğü küçüğü muhakkak helâk olur" dedi. Ertesi gün oldu. Bunlar toplandı. Huzûra geldiler. Mübâhele'yi kabul etmeyeceklerini söyleyeceklerdi. Pişman olmuşlardı. Resûl-i ekrem Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) hazret-i Hüseyin'i kucağına almış, hazret-i Hasen'in elinden tutmuş, hazret-i Fâtıma da onların ardınca yürürdü (radıyallahü anhüm). (Devamı yarın) > www.gonulsultanlari.com Tel: (0 212) 454 38 10 www.siirlerlemenkibeler.com