Mazhar-ı Cân-ı Cânân

A -
A +

"Şehîd olmak isterim!" Henüz vefât etmeden, birkaç gün önce idi. Rabbine kavuşmanın, şevk ve sevincindeydi. Âhirete göçmesi olmuşken böyle yakın, İnsanlar, sohbetine gelirdi akın akın. Talebesinden biri, "Sıla"ya gitmek için, Huzûruna gelerek, istedi ondan izin. Buyurdu: (Güle güle, emânet ol Allaha. Lâkin görüşemeyiz senin ile bir daha.) Diğer talebeleri, duyunca bu sözleri, Ağlayıp, herbirinin yaşla doldu gözleri. Birkaç gün kalmıştı ki vefâtına nihâyet, Talebeyi toplayıp, son defâ etti sohbet. Buyurdu ki: (Kalbimden, her neyi geçirdimse, Ve hangi bir nîmete kavuşmak istedimse, Hak teâlâ hepsini, eyledi bana ihsân. Her arzuma kavuşmam, oldu kolay ve âsân. "İslâm-ı hakîkî"yi nasîb etti nihâyet. Verdi sâlih amelle, istikâmet, kerâmet. Tasavvufta, ne kadar derece varsa eğer, Rabbimiz, herbirini kıldı bana müyesser. Elde edemediğim, kaldı ki bir tek makam, O da "Şehîd olmak"tır, budur şimdi bana gam. Kavuştum tasavvufta makamların hepsine. Şimdi arzum, ermektir "Şehîdlik" rütbesine. Hocalarımın çoğu, şehâdet şerbetini, İçerek bitirdiler, en son nefeslerini. Ve lâkin yaşlandım ben, zaîf düştü vücûdüm. Yoktur cihâd edecek bir kuvvetim ve gücüm.) Mazhar-ı Cân-ı Cânân, bu son sözleri ile, "Şehîdlik arzusu"nu getirdi böyle dile. Son günleri idi ki, o yer ahâlisinden, Huzûruna gelenler, artmıştı eskisinden. Binyediyüz seksenbir mîlâdî senesinde, Ve "Muharrem" ayının, yedinci gecesinde, Mübârek hânesinin önüne bir aralık Yabancı kimselerden, doldu bir kalabalık. Niyetleri kötüydü, bilhassa üç kişinin. Isrâr ediyorlardı içeri girmek için. Nihâyet izin alıp, hânesine girdiler. Bunlar "Moğol" kâfiri ve "Mecûsî" idiler. Hem de tanımazlardı kendisini o zaman. Sordular ki: (Sen misin, Mazhar-ı Cân-ı Cânân?) (Evet, benim) deyince, durmayıp onlar daha, Hücûm edip, hançerle başladılar vurmaya. Ağır yaralanarak yıkıldı yere hemen. Üç gün sonra, Rabbine kavuştu ebediyyen. On Muharrem, "Aşûre" ve "Cumâ" akşam vakti, O da, şehîd olarak Hakka oldu mülâkî.