Kumlar "Altın" olunca, Vâlide Sultân hemen, Emîr'in talebine "Peki" dedi gönülden. Kalbi gâyet müsterih ve râhattı oldukça. Ve hemen o günlerde hazırlattı bir bohça. Koydu içerisine, hediye "mendil, gömlek". Gönderdi dâmâdına birisine vererek. Bohça geldiği zaman, "Emîr" de o arada, Mangalını yakmış ve otururdu odada. Sohbet ediyorlardı talebesiyle o an. Girdi o vazîfeli içeri tam o zaman. Bohçayı arz ederek, izinle girdi söze. Dedi: (Vâlide Sultân gönderdi bunu size.) Emîr Sultân, bohçayı aldı kabûl ederek. Yer gösterdi gelene, teşekkür eyliyerek. Sonra bir mendil alıp o bohçanın içinden, "Köz" koydu arasına, mangalın ateşinden. Sonra da, uçlarını kapatıp onun yine, Verdi tebessüm ile o kimsenin eline. Dedi: (Selâm söyleyin vâlideye dönüşte. Biz fakîr dervîşten de hediye budur işte.) O, şaşkınlık içinde mendili aldı, ama, Düşündü: "Ne acâyip, ne garip bir muammâ." Çıkıp yolda gideken, merak ederdi ki hep: "O közler, bu mendili yakmıyor, neden acep?" Böyle, saraya kadar zor tuttu kendisini. Gelip, Emîr Sultân'ın verdi hediyesini. Sarayda, merak ile açılınca o mendil, Gördü ki, içindeki hiç "Ateş" ve "Köz" değil. Gözleri kamaştıran bir "Elmas" parçası var. Bunu, saray halkı da görüp dona kaldılar. Öğrenince memurdan sonra da hakîkati, Dediler ki: (Bu onun, büyük bir kerâmeti.) Lâkin Bâyezid dahî vâkıf oldu bu işe. Dedi: (Veriliyormuş kızımız bir dervîşe!) Üzülüp, bir paşanın emrine kırk sipâhî, Verip, emreyledi ki: (Git Bursa'ya sen dahî. Kızım Hindû Sultân'la, o dervişin, âcilen, Başlarını keserek, al getir bana hemen!) Geldi Süleymân Paşa Bursa'ya bu iş için. Lâkin Vâlide Sultân vermedi buna izin. Onlar dinlemiyerek saldırdılar saraya. Dediler: (Bu, emirdir, siz girmeyin araya.) Lâkin "Emîr Sultân"a yaklaşmıştı ki onlar, Birden bire gâibden fırladı bir çok "Oklar". Kırk adet sipâhîye, ok atıldı kırk adet. Hepsi, cansız olarak yere düştü nihâyet. Allahın yardımıyla "Hindû" ve "Emîr Sultân", O gün halâs oldular onların hücûmundan.