Mevdûd-i Çeştî

A -
A +

İnsan, ihsânın kulcağızıdır... Vaktâ ki vefât etti bu Velî'nin pederi, Kendi irşâd eyledi artık talebeleri. "Yirmidört" yaşındaydı, o zaman kendisi de. Onu üstâd bildiler talebenin hepsi de. "Ahmet Nâmıkî Câmî", o devirde yaşıyan, Büyük bir velî olup, "Cam"da idi o zaman. O, Cam kasabasında oldu buna muttali. Hemen kendi kendine fikreyledi bu hâli. Dedi ki: "Hâce Mevdûd, asil âiledendir. Babası vefât etti, kendiyse henüz gençtir. Onun yetişmesini, gidip tamamlıyayım. Kemâle gelmesinde, benim de olsun payım." Sonra, talebesinden büyük bir toplulukla, Cam'dan, "Çeşt" diyârına âcilen çıktı yola. Onlar yolda gelirken, bir kısım münâfıklar, Hemen "Hâce Mevdûd"un hânesine vardılar. Dediler ki: "Ahmed-i Nâmıkî diye bir zât, Size doğru geliyor, samîmî değil fakat. Babanız göçtüğünden âhiret âlemine, Geliyor ki, kendisi geçsin onun yerine." Hâce Mevdûd, bir miktar murâkabe eyledi. Ve başını kaldırıp, onlara şöyle dedi: "Sizin bu sözleriniz hakîkat değil aslâ. O, bize gelmektedir muhabbet ve ihlâsla." Sonra, haber verdiler o zâtın geldiğini. O da, aldı yanına "Dört bin" talebesini. İstikbâl etmek için kendisi onu bizzât, Şehir dışına kadar, yürüdü birkaç saat. Ve "Nâmık-ı Câmî"yi fark etti tâ uzaktan. Baktı ki, bir "Arslan"ın üzerinde o el'an. Kendi dahî "Uçarak" yanına gitti onun. Sohbete koyuldular ikisi uzun uzun. Ahmet Nâmıkî Câmî, bu sohbette rûz-ü şeb, "Zâhirî ilimler"e teşvîk etti onu hep. "Hâce Mevdûd" ayrılıp, dönerken vatanına, Yolda bir "Âmâ" görüp, vardı onun yanına. Elini, gözlerine sürünce şifâ için, Bî-iznillah gözleri açıldı o kişinin. Nasîhat istediler kendisinden bir ara, Buyurdu ki: (Ne kadar şaşılır şu kullara. Bir kimse, ona pek az iyilik etse şâyet, Ona karşı kalbinde, duyar sevgi, muhabbet. Bu, elinde değildir gerçi hiçbir insanın. Zîrâ "İnsan, kuludur iyilik ve ihsânın." Lâkin o, çok teşekkür eder de ona yine, Şükretmez o nîmetin "Hakîkî Sâhibi"ne. Halbuki kuldan gelen her iyilik ve ihsân, "Allah"tan gelmektedir, âcizdir çünkü insan.)