"Hâce Mevdûd Çeştî"yle "Ahmet Nâmıkî Câmî", Sohbet ediyorlardı gün ve gece dâimî. Bir gün yine bir evde, çok sohbet ve muhabbet, İle, kendilerinden geçmişlerdi be gâyet. O an, iki münâfık, alıp iki hançeri, Girdiler birden bire o hâneden içeri. Gâyeleri şuydu ki o iki münâfığın, Bu iki evliyâyı öldürsünler ansızın. Ve lâkin girer girmez içeri o insanlar, "Hâce Mevdûd", onlara eyledi tek bir nazar. Bu "Allah adamı"nın, o şiddetli nazarı, Altında, titremeye başladı âzâları. Hançerler, ellerinden düşüverdi bu kere. Sonra da, bayılarak yığıldılar o yere. Az sonra ayılınca, durumu anladılar. Tövbe edip, ihlâsla talebesi oldular. Hâce "Mevdûd-i Çeştî", vefâtı yaklaşınca, Ve ölüm döşeğinde hastalığı artınca, Başını, yastığından sık sık kaldırıyordu. "Birini bekler" gibi, kapıya bakıyordu. O esnâda, nûr yüzlü ve temiz elbiseli, Bir zât, selâm vererek giriverdi içeri. Ve bir ipek parçası elinde vardı hazır. Yeşil bir yazı vardı üstünde birkaç satır. Onu, "Mevdûd Çeştî"ye verince o gün o zât, O, gözlerine koyup, eyledi Hakk'a vuslat. Öyle çok kalabalık oldu ki cenâzesi, Evliyâ rûhlarının, toplanmıştı cümlesi. Hâce "Mevdûd-i Çeştî" etmeden Hakk'a vuslat, En son, sevdiklerine şöyle etti nasîhat: "Ey insanlar dinleyin, şudur ki "ahmak insan", Kendi Yaradan'ına durmadan eder isyân. Buna rağmen, görmeyip kendi günâhlarını, Araştırır dâimâ başkasının aybını. Kendi, her gün işler de türlü türlü kabâhat, Yine de üzülmeyip, keyf eder gâyet rahat." Buyurdu ki: "Her şeyin vardır bir alâmeti. Onunla anlaşılır onun mevcûdiyyeti. Hakk'ın rahmetinden de uzak olan kişinin, Alâmeti şudur ki, ağlamaz Allah için. Vaktiyle "Hûri" gördüm rüyâda ben bir gece. Yüzü gâyet parlak ve nûrlu idi bir nice. Sordum ki: "Senin yüzün çok parlak, acep niçin?" Dedi ki: "Sen bir gece, ağladın Allah için. Gözlerinden, sel gibi yaşlar aktı gece hep. O yaşları, yüzüme sürdüler, budur sebep. Bu "Gözyaşları" ile parlıyor yüzlerimiz. Akan yaş nisbetinde, artar güzelliğimiz."