"Hâce Mevdûd-i Çeştî", aldığı işâretle, Tahsîl-i ilim için, yollandı hemen "Belh"e. O, Belh'e geldiğinde, karşıladı onu halk. Çok hürmet gösterdiler, yanında toplanarak. Ve lâkin orada da, ona haset ettiler. Kendisini "İmtihân etmeye" yeltendiler. Geldiğinin ertesi olan Cumâ gününde, Toplandı "Dörtyüz" kişi o yerin câmiinde. Her biri suâl sordu zâhirî ilimlerden. O, hepsine çok güzel cevaplar verdi hemen. Sonunda dediler ki: "Bu kadar âlimsiniz. Öyle ise ne için kasîde dinlersiniz?" Buyurdu ki: "Dinlerim ara sıra ve ender. Büyüklerimizden de, var idi dinliyenler. "İbrâhim ben Edhem" de, bir zâttı evliyâdan. O dahî kasîdeyi dinlerdi zaman zaman." Dediler ki: "Ama o, uçuyordu havada. Sen de öyle yaparsan, inanırız sana da." O zaman Hâce Mevdûd, "Kuş gibi" uçtu hemen. Az sonra gelip girdi uçarak pencereden. Onlar, inâtlarına yine devam ettiler. Kendisinden, başka bir kerâmet istediler. Dediler: "Bu hareket, şeytânî olabilir. Zîrâ sihirbâzlar da bu işi yapabilir. Şu taş, senin sıdkına olursa eğer şâhit, Rahmânî olduğuna inanırız o vakit." Hâce Mevdûd, o taşa eyledi bir işâret. Taş, onun dâvetine hemen etti icâbet. Buyurdu: Ey insanlar "Ölüm" vardır, bu kat'î. Âhirette bulunur her şeyin hakîkati. Orada iki yer var, ya "Cehennem", ya "Cennet". İnsanlar, bu yerlerde kalırlar ilelebet. Dünyâdaki işlerden, sorulur ince ince. Cehenneme atılır cevap veremeyince. Ameller, karşılıksız kalmıyor burada hiç. Ya "Ebedî bir azap", ya da "Sonsuz bir sevinç". Buyurdu: "Kötülerle etmeyin arkadaşlık. İyilerle oturup kalkmaya bakın sık sık. "Güçlü insan" olarak bilirim ki ben şunu, Nefsine hâkim olup, yapmaz bir arzusunu. Bir insan ki, nefsini etmemiştir terbiye, Onun hiçbir sözünden, fayda gelmez gayriye. Allah'tan çok korkanın şudur ki alâmeti, Düşünür gece gündüz "Ölüm" ve "Âhiret"i. Yemek ile içmeyi hiç düşünmez o hattâ. Kendini, "Yolcu" gibi hisseder bu hayâtta. Mahcûb ve edeblidir, önündedir başı hep. Âhirete mâildir, dünyâyı etmez talep...