Bir sene yolculuktan sonra "Mevlânâ Hâlid", Delhi'ye geldiğinde, ikindiydi tam vakit. "Delhi"nin toprağına, ilk ayak bastığında, Dağıttı sevincinden, her ne varsa yanında. Sonra varıp, elini öperek o büyüğün, Talebesi olmakla şereflendi aynı gün. O da, ilk iş olarak, ezmek için nefsini, Verdi ona dergâhın "Günlük temizliği"ni. Her zâhirî ilimde çok büyük "Âlim" iken, Başladı vazîfeye, hiç îtirâz etmeden. Kova ve süpürgeyi, her gün alıp eline, Aylarca devam etti, "Dergâh temizliği"ne. Kovasını kuyudan, su ile doldurarak, Taşırdı omuzunda, bir sopaya takarak. Dergâhtan o kuyuya, o kuyudan dergâha, Gidip gidip gelirdi, bir günde pek çok defâ. Hem dergâhın temizlik işiyle uğraşırdı, Ve hem de, abdest için depoya su taşırdı. Üstâdının verdiği bu "Temizlik" işinden, Eğer az bir gevşeklik gelse idi içinden, En şiddetli cezâyı verip hemen nefsine, Yine devam ederdi, aynen vazîfesine. Bir gün, nasıl olduysa, yaparken bu işini, Az hissetti nefsinin, işe gevşekliğini. Derhal kendi kendine söylendi ki: (Ey nefsim! Sana, bu çok şerefli vazîfeyi veren kim? Yapmak istemez isen bu işi eğer ki sen, Atarım elimdeki süpürgeyi ve hemen, Yerleri, sakalımla süpürtürüm vallahi. Vazîfene, severek devam et, durma haydi.) Nefsini, bu şekilde paylayınca o biraz, Ondan sonra nefsinden, gelmedi bir îtirâz. Üstâdının verdiği bu işi yapmak için, Çalıştı cânla başla, gevşeklik etmeksizin. Su taşıya taşıya, aylarca omuzunda, İki omuzu dahî, "yara" oldu sonunda. Bir gün yine dergâha, omuzda su taşırken, Mübârek üstâdıyla karşılaştı âniden. "Abdullah-ı Dehlevî" şâhid oldu ki o an, Hâlid-i Bağdâdî'nin mübârek omuzundan, Çıkıyor Arş'a doğru, muazzam büyük "Nûr"lar. Melekler, hayrânlıkla onu seyrediyorlar. Ne zaman ki üstâdı vâkıf oldu bu hâle, Anladı artık onun geldiğini kemâle. Beş ay da bulunarak, üstâdının yanında, Olgunlaştı iyice, nazarları altında. Yâni onda bulunan o şerefli emânet, "Hâlid-i Bağdâdî"ye geçmiş oldu nihâyet.