"Muhammed Bâkî Billah", mütevâzı idi pek. Hâlini, ekseriyâ gizler idi mübârek. Talebe olmak için yanına gelenleri, Tecrübe maksadıyla, gönderirdi hep geri. "Çok sâdık" biri ise o gelen kişi şâyet, Onu kabûl eder ve gösterirdi merhamet. Bir gün de, genç bir kişi, dedi ki: (Yâ ilâhî! Bir insan-ı kâmile, kavuştur beni dahî.) O gece, rüyâsında dendi ki: (Durma daha. Yarın gidip tâbi ol, hemen Bâkî Billah'a.) Sabahleyin sevinçle, bu zâta gitti hemen. Talebesi olmayı, arz eyledi gönülden. Ve lâkin Bâkî Billah, özürler dileyerek, Buyurdu: (Aradığın başkası olsa gerek. Sen, kendine bir rehber arıyorsun, anladım. Lâkin o kâmil insan, ben değilim evlâdım.) O genç "Peki" diyerek, döndü memleketine. Fakat aynı rüyâyı, o gece gördü yine. Dendi ki: (Aradığın o idi, yine git sen. O kabûl etmese de, ayrılma eşiğinden.) Genç sevinip, o sabah o zâta gitti tekrar. Bu sefer kabûl edip, "Peki kal" buyurdular. Talebesinden olan, "Hâce Hüsâmeddîn" de, Diyor ki: (Üstâdıma, ben de ilk gittiğimde, Bana da, aynı şeyi buyurmuştu o zaman. Ben dahî üzüntüyle, ayrıldım huzûrundan. Döndüm memleketime, şaşkın bir vaziyette. "Ben şimdi ne yaparım?" diye kaldım hayrette. Ben böyle üzüntülü, kederli düşünürken, Hâtırıma bu babta, bir beyit geldi birden. "Aradığın o idi, ne için döndün geri? Ayrılmaz tatlıcıdan, kovsalar da sineği." Bu beytin tesiriyle o "Zât"a tekrar gittim. Çok şükür kabûl etti, sevinip şükreyledim. Yine bir başkası da vardı ki Hindistân'da, Yükselmek ister idi, tasavvufî alanda. Bir gün "Bâkî Billah"ın, duyuverdi ismini. Öğrendi tasavvufta, yüksek derecesini. Bir gün bu mübârek zât, at üstünde giderken, O da koşup, edeble, yaklaştı ona hemen. Tutarak saygı ile, atının dizginini, Dedi: (Talebeliğe kabûl ediniz beni.) Muhammed Bâkî Billah, indi hemen atından. Şefkatle kucaklayıp, teveccüh etti bir an. Sonra duâ etti ki, ihlâs ile Rabbine: (Yâ ilâhî, sen bunu kavuştur isteğine.) Bu duâyla "Kalp gözü" açıldı onun birden. Zîrâ Bâkî Billah'tı, ona duâ eyliyen.