Evliyânın büyüğü, "Muhammed Bâkî Billah". Ölüm ve âhireti düşünürdü o her gâh. Okuyup bitirince, zâhirî ilimleri, Aradı harâretle, bir tasavvuf rehberi. "Muhammed İmkenegî" adında bir evliyâ, Rüyâda, kendisine buyurdu: (Gel buraya!) Onu bulup, yanında yalnız üç gün kalarak, Avdet etti Delhi'ye, icâzetli olarak. Hocasından aldığı nûrları, o da yine, Verdi sâdık ve hâlis tâliplerin kalbine. Duyanlar, sohbetine gelirdi akın akın. Feyz ve bereketine kavuşurdu bu zâtın. İki üç sene gibi, kısa müddet içinde, Pek çok âlim, evliyâ yetişti sohbetinde. "İmâm-ı Rabbânî" ki, onların birincisi. Bin senede bir gelen velîlerin incisi. "Muhammed Bâkî Billah", o gelince kemâle, Bütün talebesini, ona etti havâle. Kendi dahî, edeble otururdu yanında. İstifâde ederdi, yüksek huzûrlarında. Dâimâ hüzünlü bir haldeyken kendileri, Neş'eyle karşılardı huzûra gelenleri. Birini sıkıntıda görse idi o şâyet, Yardımcı olmak için, ederdi fazla gayret. Onda öyle vardı ki tevâzû, hayâ, edeb, İnsanlar arasında, kendini gizlerdi hep. Bir talebe gelseydi, ondan istifâdeye, Hiç lâyık görmez idi, kendisini bu şeye. Derdi ki: (Ben değilim sizin aradığınız. Bana da haber verin, bir rehber bulursanız. Gidip, hizmet edeyim ihlâsla kendisine. Belki derman bulurum, şu kalbimin derdine.) Halbuki o zamanın "Kutb"u idi kendisi. Zîrâ şöyle anlatır, onun bir talebesi: Henüz "Bâkî Billah"ı görmeden daha önce, Kendisini, rüyâda görmüş idim bir gece. Çıplak at üzerinde, bir yolda gidiyordu. Ve bir ses, (Bu zamanın 'kutb'u, budur) diyordu. Sabahleyin, doğruca giderek bu "Velî"ye, Yalvardım, beni dahî alsın talebeliğe. Buyurdu ki: (İlgim yok, benim bu şeylerle pek. Sizin aradığınız, başkası olsa gerek.) Me'yûs halde ayrılıp, üzgün üzgün ağladım. Zîrâ benim, gidecek, yoktu başka bir kapım. İhlâsımı anlayıp, çağırdı huzûruna. Çok ilgi ve iltifât gösterdi o gün bana. Yüksek huzûrlarında, tutarak az bir süre, Çıkardı bu fakiri, yüksek mertebelere.