"Muhammed Bâkî Billâh" Hakkın büyük velîsi, Rızâ-i bârî idi yegâne, tek gâyesi. Giyinmede, yemede, hiçbir şeye özenmez, Dünyâlık bir nesneye, etmezdi aslâ heves. Bilhassa dergâhında, yemek pişirenlerin, Abdestsiz olmasına, vermezdi aslâ izin. Derdi ki: (Bir edebe, edilmezse riâyet, Kesilir feyiz yolu, insanı basar gaflet.) Sevdiklerinden biri, dedi ki: (Ey Efendim! Mânevî hallerimde, bir tutulma var benim. Kalbimde bir karartı hissediyorum, fakat, Bilmem ki nedir acep işlediğim kabâhat?) Buyurdu ki: (Bu haller, günâhtan hâsıl olur. Bilhassa yemeklerde olabilir bu kusur.) O dedi ki: (Efendim, yemeklerde fakat biz, Değişiklik yapmadık, hep aynı yemekteyiz.) Buyurdu ki: (Kardeşim, düşünün siz bir yine. Uymakta hatâ vardır, dînin bir edebine.) Eve gelip düşündü, araştırdı o zât da. Bir kusur bulamadı dîne mütâbaatta. Sonunda öğrendi ki, birkaç gün önce meğer, Ocağa, "Abdestsiz"ken odun konmuş bir sefer. Öyle yaratmıştı ki bu zâtı cenâb-ı Hak, Onu gören, "Allah"ı hâtırlardı muhakkak. Hadîste buyuruldu: (Yürüyen bir meyyiti, Görmek istiyen varsa, görsün Ebû Bekir'i.) "Bâkî Billah"ı dahî, görseydi biri eğer, Bu hadîs-i şerîfi hâtırlardı her sefer. Ve yine Resûlullah, buyurdu ki bir defâ: (Onlar görüldüğünde, Allah gelir hâtıra.) İşte bu zâtı dahî, görse idi her kişi, Muhakkak hâtırlardı, bu hadîs-i şerîfi. Bir gün geçiyordu ki, Hindûların köyünden, Bâzısının gözleri, takıldı ona birden. Herbirisi "Allah"ı hâtırladılar derhal. Birbirlerine dönüp, dediler ki: (Ne bu hal? Nasıl bir kimsedir ki, şu giden zât ilerden, Allahı hâtırladık, görünce onu hemen.) Halbuki şöhretten de, kaçıyordu pek fazla. Buna sebep olacak yapmazdı bir şey aslâ. Bâzan dolaşır idi, çarşı pazar yerinde. Otururdu bâzan da, bir duvarın dibinde. Kendisini, o kadar gizlemesine rağmen, Yine de çekinirdi, insanlar heybetinden. Öyle titiz idi ki, günâhtan kaçınmakta, Ondan daha fazlası, mümkün değildi hattâ. Talebesine dahî, hep bunu öğütlerdi. Çok az bir hatâ görse, derhal îkâz ederdi.