Asr-ı saadette, bir Yahûdî ile bir münâfık ihtilâfa düşmüşlerdi. Yahûdî, münâfığa; - Gel, Muhammed'e gidelim, dedi. O aramızı bulsun. Münafık; - Olur, gidelim, dedi. Ve gittiler. Efendimiz meseleyi dinleyip, "Yahûdînin lehine" hüküm verdi. Huzurdan çıktılar. Münâfık, Yahûdîye dönüp; - Gel, bir de Ömer'e gidelim, dedi. Yahûdî şaşırdı: - Neden Ömer'e gidiyoruz? - Bu hüküm olmadı. - Nasıl olur. Bu, sizin Peygamberiniz değil mi? - Evet ama, bir de Ömer'e gidelim diyorum. - Pekâlâ, Ona da gidelim. Ve gittiler. Niçin bana geldiniz? Münâfık söze başlayıp; - Yâ Ömer! Bir ihtilâfımız var da onun için size gelmiştik, dedi. Hazret-i Ömer'in kaşları çatıldı birden: - Peygamber varken, bana niçin geldiniz? Yahûdî atıldı: - Önce Ona gittik yâ Ömer. - İyi, bana niye geldiniz? - Ama Onun hükmünü beğenmedi bu arkadaş. Hazret-i Ömer celâllendiği zaman, vücudunun kılları cübbesinden dışarı fırlardı. Yine öyle oldu. Ama belli etmemeye çalıştı öfkesini. Sordu o münâfığa: - Doğru mu söylüyor? - Evet, doğru. - Peki, az bekleyin, buyurdu. Böyle hüküm veririm! Ve hiddetle içeri girdi. Az sonra, eteğinin altında bir "Satır"la döndü geri. Hiçbir şey söylemeden satırı kaldırıp, şimşek gibi münâfığın boynuna çaldı. Kellesi yerde yuvarlanırken; - Peygambere inanmayana, böyle hüküm veririm! buyurdu. İbret olsun herkese! O anda Cibrîl-i emîn gelip; - Yâ Resûlallah! Ömer, hakkı bâtıldan ayırdı, dedi. Peygamber Efendimiz ona "Fâruk" lakabını verdiler. Mânâsı mı? Hakkı bâtıldan ayıran, demektir. E-mail: abdullatif.uyan@tg.com.tr Tel: (0 212) 454 38 10 www.siirlerlemenkibeler.com