Murat Hüdâvendigâr "rahmetullahi aleyh" Ve şehid edildi!..

A -
A +

O gün akşama kadar, merakla "Sultân Murat", Bekledi ki, o rüyâ olsun artık hakîkat. Lâkin akşam üzeri düştü büyük yeise. Zîra gerçek olmadı rüyâsı her ne ise. Halbuki Resûlullah vermişti bu müjdeyi. Aklı ve havsalası almıyordu bu şeyi. Zîra savaş bitmişti, büyük zaferle hattâ. Ama yine kendisi sağ kalmıştı hayatta. "Bu işin sırrı nedir?" diye düşünür iken, Çadırının önünde, bir sesler duydu birden. Başını kaldırıp da baktığında, o sıra, Gördü ki, bir yabancı girmek ister çadıra. Muhâfızlar, önünü keserek bu kimsenin, "Dur" dediler, "Kimsin sen, buraya giremezsin." Dedi: (Bırakın beni, yok kötü bir niyetim. Ben elçiyim, buraya bir müjde için geldim. Bilin ki, Sırp Kralı yakalandı kaçarken. Kendisini buraya getirecekler hemen.) Şapkasını çıkarmış, almıştı bir eline. Benzerdi kendisi bir Sırp asilzâdesine. Edebli görünürdü ve gâyetle hürmetkâr. Lâkin mâni oldular yine de muhâfızlar. Çadırdan manzarayı görünce Sultân Murat, Seslendi ki: (Bırakın, içeri girsin o zât!) Askerler, bu emirle geriye çekildiler. Ve bu garip elçiye, (Pekâlâ gir!) dediler. Bu "Miloş" denen Sırplı, içeri girmek için, Gâzi Sultân Murat'tan almıştı bizzât izin. Güyâ o, "Sırp Kralı yakalandı" diyerek, Bir müjde verecekti içeriye girerek. Ve geçip iki sıra muhâfız arasından, Giriverdi içeri Pâdişah çadırından. Sultânın yakınına sokulup en sonunda, Hürmet ediyor gibi eğildi huzûrunda. Fakat eğilmesiyle birlikte tam o zaman, Çevik bir hareketle, kuşağı arasından, Çıkardığı hançeri, seri olarak yine, O büyük hükümdârın sapladı tam kalbine. O anki şaşkınlıktan derhal faydalanarak, Kaçmak istediyse de aradan sıvışarak, Muhâfızlar, her yandan tutup derdest ettiler. Kılıç darbeleriyle ânında geberttiler. Bu "Miloş" hâininin tam işi bittiği an, En son nefeslerini veriyordu Murat Hân. Zor duyulan bir sesle "Lâ ilâhe illallah" Dedi son olarak da "Muhammed Resûlullah". Resûl'ün müjdesine kavuşmuştu velhâsıl. Yâni şehid olarak Rabbine oldu vâsıl.