Sevgili Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, henüz sekiz yaşında, amcası Ebû Tâlib'in evinde kalıyordu. Onun teşrifiyle bir bereket gelmişti o eve. Ancak Mekke'de müthiş bir kuraklık hüküm sürüyordu. Dereler kurumuş, toprak yer yer çatlamıştı. Bir damla suya hasretti yeryüzü. Mekke halkı ne yapacağını şaşırmış halde bir yerde toplandılar. Her kafadan bir ses çıkıyordu. - Lât putuna gidip hâlimizi arz edelim! - Hayır, Uzzâ'ya gidelim! - Menât'ın önünde diz çökelim! Gün görmüş bir ihtiyar ayağa kalktı: - Ey Kureyşliler! Yazıklar olsun size! Hep birden ona döndüler. - Neden öyle söylüyorsun baba? - Aramızda İbrâhim Peygamber evlâtları varken, siz hâlâ nelerden meded umuyorsunuz? - Haklısın! deyip, koştular Ebû Tâlib'in kapısına. - Yâ Ebâ Tâlip! Yâ Ebâ Tâlip! - Buyurun kardeşlerim, hoş geldiniz. - Ey Ebû Tâlip, şu kıtlığı görüyorsun. Çocuklarımız ölüyor, hayvanlarımız kırılıyor. Senin mübarek neslini vesîle ederek yağmur duâsına çıkalım diyoruz. Ne diyorsun? - Çok iyi olur, dedi. Ve nur yüzlü Efendimiz'in başını okşayıp; - Haydi yeğenim, beytullaha gidiyoruz, dedi. Önde Ebû Tâlip ve Allahın Sevgilisi. Arkada bütün Mekke halkı. Ebû Tâlip, sırtını Kâbe duvarına dayayıp duâ ederken, Sevgili Efendimiz Kâbe örtüsüne yapışıp, mübarek şehâdet parmağını göğe doğru uzattı. Sonrası malum. Mavi gök, yağmur yüklü bulutlarla doldu bir anda. Gök gürültüleri, şimşekler. Ve ardından rahmet. İnsanlar da kandı suya, hayvanat da. Evet O, âlemlere "rahmet" olarak gelmişti. E-mail: abdullatif.uyan@tg.com.tr Tel: (0 212) 454 38 10 www.siirlerlemenkibeler.com