Vaktâ ki teşrîf etti Bursa'ya "Emîr Sultân", "Bâyezid Hân", küffârla savaşıyordu o an. Osmânlı'nın, bu harpte, çok zâyiâtı vardı. Kimi şehîd, kimi de yara alıyorlardı. Bu esnâda "Genç" biri, askerin arasında, Dolaşıp, yaraları sarıyordu ânında. O sırada Sultân da, yaralandı âniden. "Yarayı sarsın" diye, çağırdı genci hemen. "Emîr Sultân" geldi ve bir "Mendil" çıkararak, Sultân'ın yarasını sardı serî olarak. Sabahleyin kalkınca, baktı ki yaralılar, İyileşmiş o gencin sardığı o yaralar. "Sultân" da, merak ile yarayı açar iken, Sarılan o "Mendil"e hayretle baktı birden. Zîrâ o, hanımının, nişânlıyken vaktiyle, Verdiği bir "Mendil"in yarısıydı ayniyle. "Bu, nasıl olabilir?" diye çok etti merak, Dedi: (Bana getirin, onu hemen bularak.) Çok aradılarsa da, bulamadılar onu. Sultân çok merak etti, onun "Kim" olduğunu. Yine, "Niğbolu"da da, Yıldırım Bâyezid Hân, Kaleyi almak için savaşırdı pek yaman. Peş peşe hücûmlarla, düşmedi yine kale. "Yıldırım Bâyezid Hân", çok üzüldü bu hâle. Nihâyet hücûmların en şiddetli ânında, Peydâ oldu "aynı genç" gâzilerin yanında. Kalenin kapısını, gidip açtı bu sefer. Kâfirler teslîm olup, fetih oldu müyesser. "Emîr Sultân" açmıştı Niğbolu kalesini. Lâkin gören olmadı, bir daha kendisini. Pâdişâh emretti ki: (Tez o genci bularak, Getirin huzûruma, hem de âcil olarak.) Herkes onu bulmaya olduysa da seferber, Lâkin mümkün olmadı bulmak yine bu sefer. Pâdişâhın kızı da, Bursa'da, bu arada, "Sevgili Peygamber"i görmüş idi rüyâda. Ve ona, Resûlullah buyurmuştu ki şöyle: (Sen evlen evlâdımdan Muhammed Buhârî'yle.) Edeb, hayâ timsâli "Hindû Fâtıma" Sultân, Bu rüyâyı, kimseye açamadı bir zaman. Lâkin ertesi gece, "Resûl"ü gördü yine. Ve şöyle buyurdular rüyâda kendisine: (Âhirette şefâat istersen eğer benden, Evlâdımdan Muhammed Buhârî ile evlen.) Düşündü: "Emîr Sultân, bir genç fakîr ve garip, Acabâ o hâliyle olur mu bana tâlip? Acep haberi var mı onun dahî bu işten?" O, bunları düşünüp, üzülürdü hep içten.