İnönü tekfurunun bir ziyâfeti vardı. Dâvetli olan beyler, bir bir geliyorlardı. Hâlis idi tekfurun, bu işteki niyeti. Maksat, ihtilâfları konuşup halletmekti. Tekfur, "Osmân Bey"i de etmişti buna dâvet. O da kabul ederek, eylemişti icâbet. Yedi arkadaşını hem yanına alarak, Ziyâfet mahalline geldi memnun olarak. Misâfirler neş'eyle yemeklerini yerken, O tekfurun yanına yanaştı biri hemen. Kulağına eğilip, birşeyler fısıldadı. Tekfur heyecanlanıp, dışarıya fırladı. Gördü ki etrâfları yüzlerce atlı ile, Halka halka çevrilip sarılmış tamâmiyle. Bu kuşatmayı yapan, Eskişehir Beyi'ydi. Niyet kötü olduğu, açık seçik belliydi. At üstünden, tekfura bağırdı ki pür hiddet: (Derhâl git ve Osmânı, getir bana teslim et!) Evet, anlaşılmıştı gâyesi gâyet iyi. Öldürmeye gelmişti burada Osmân Bey'i. Kızını istemişti zîra Edebâli'nin. Lâkin Şeyh reddetmişti teklifini bu Bey'in. Şimdiyse duymuştu ki, hem de birkaç gün sonra, O kızı, Osmân Bey'e verecekti o zîra. Bu yüzden Osmân Bey'e besledi kin ve nefret. Doldurdu hem kalbini bir kıskançlık ve haset. Yanına, tam silâhlı dörtyüz atlı alarak, Öldürmeye gelmişti, onu yakalıyarak. Bunu sezen "Osmân Bey", yerinden hızla kalktı. Ve arkadaşlarına, bir tek işâret yaptı. Herbiri, şimşek gibi fırladı yerlerinden. Çıkarak, atlarına atladılar hep birden. Bunlar "sekiz" kişiydi, onlarsa "dörtyüz" kişi. Bir çarpışmaya girmek, değildi akıl işi. Zîra tam "elli kâfir" düşüyordu birine. Korkmadan kılıçları çektiler onlar yine. Osmân Bey'in kolları, uzun idi hilkaten. Bu yüzden iyi kılıç sallardı hakîkaten. At üstünde dönerek hücum etti onlara. Kılıcı, şimşek gibi işliyordu o ara. Her kılıç sallayışta, birkaç baş düşüyordu. Meydan, kısa zamanda düşman leşiyle doldu. "Osmân Bey" ve yanında o yiğit bahadırlar, Ekin biçer misâli kâfirleri kırdılar. İki saat içinde "Seksen"i can vermişti. Bir o kadar kâfir de, hep esir edilmişti. Geri kalanı ise, baktılar ki iş fena, Çarpışmayı bırakıp, kaçtılar dört bir yana.