"Osmân Gâzi", cihânın en büyük devletini, Kurdu ve o devlete verdi kendi ismini. Babasının yerine geçtiği zamanlarda, Bulunurdu sâdece "yirmiüç" yaşlarında. Velâkin bir liderde bulunması gereken, Bütün meziyyetlere sâhip idi gerçekten. Bir defâ, fevkalâde cesur ve mert biriydi. Büyük hamle, teşebbüs gücüne sâhip idi. Kime, hangi zamanda, ne tarzda bir hareket, Etmek gerektiğini, biliyordu o elbet. Her zaman soğukkanlı, metin ve sabırlıydı. Hele "İslâmiyyet"e, bir aşk ile bağlıydı. Gâyet mütevâzıydı o, şahsî hayâtında. İhtiras sâhibiydi ama "Hizmet" bâbında. Ahlâkı, cömertliği ve hayırseverliği, Dillere destan idi hem de huy güzelliği. Aslâ değer vermezdi dünyâ mâl-ü mülküne. Bir şey biriktirmezdi bir günden, öbür güne. Öldüğünde, geriye, dünyâ malı olarak, "At"ı ve "kılıc"ıyla, "kaftan"ı kaldı ancak. Zaferlerde aldığı ganîmeti de zâten, Hep hayır işlerine sarfederdi tamâmen. "Osmân Bey", insanları sevk-i idârede de, Mahâreti çok olan bir yiğitti elbette. Lâkin bu otorite, cebre dayanmıyordu. Karşılıklı sevgi ve saygıdan oluyordu. Hepsi de çok değerli birer kumandan olan, Silâh arkadaşları var idi ki o zaman, Onun emri altında, seve seve, istekle, Koştular bir gazâdan diğerine şevk ile. O, fizîkî yönden de mükemmel bir insandı. Karayağız bir yiğit, güçlü bir kumandandı. Kılıç kullanmakta ve ata binmekte dahî, Yok idi o devirde bir eşi ve emsâli. Kolları, normalden de uzun idi aslında. Dizlerinin altına sarkardı saldığında. Ertuğrul Bey, Konya'ya giderek zaman zaman, "Celâleddîn Rûmî"yle görüşüyordu bâzan. Yine bir gidişinde, oğlu küçük "Osmân"ı, Götürüp, ricâ etti bir hayır duâsını. O sıra, Selçuklu'nun başında olan Sultân, Başka bir velî zâta bağlanmıştı o zaman. Bunu duyan Mevlânâ, "Osmân Bey"e dönerek, Buyurdu ki, onu ve Sultân'ı kastederek. (O sultân, kendisine bir baba buldu ise, Biz de bir oğul bulduk çok şükür kendimize.) Sonra, küçük Osmân'ın tutarak ellerinden, Çok hayır duâlarda bulundu ona hemen.